Mevzular Açık Mikrofon’da 6284 sayılı kanun (İstanbul Sözleşmesi) gibi son derece hassas bir konuyu dört saat boyunca tartışmak, umut verici gibi görünse de, sonuç ne yazık ki tam anlamıyla hayal kırıklığı oldu benim için. Oğuzhan Uğur'un "Mevzular Açık Mikrofon" programında, bu kadar önemli bir konunun içinin nasıl bu kadar boşaltıldığını görmek beni gerçekten üzdü. Kadına yönelik şiddet gibi ciddi bir sorun konuşulurken, neden şiddeti körükleyen dizilerin oyuncularına yer verildi? Bu tarz bir programda, tartışmaya katılacak asıl kişiler Aile Bakanlığı, Adalet Bakanlığı, İçişleri Bakanlığı gibi devletin etkin organlarından yetkililer olmalıydı. Gerçek çözüm yollarını tartışacak bu kişiler yerine, şov dünyasından isimlerin ekranda boy göstermesi, bence programı içi boş bir tartışma platformuna çevirdi.

Özellikle Mor Çatı ve Kadın Cinayetlerini Durduracağız gibi önemli platformların temsilcileri, bu programda kendilerini ifade etmek yerine, adeta kendi tatminlerini yaşamak için gelmiş gibiydiler. Onca konuşmaya rağmen, ortada çözüm üretme adına somut bir adım ya da öneri yoktu. Herkesin bildiği bir gerçeği yinelediler: Kadın cinayetleri durdurulamazsa, bu sorunun kaynağı olan erkeklik algısı üzerinden durmaksızın konuşulacak. Fakat bu konuşmaların havada kaldığı, ne izleyicilere ne de yetkililere bir şey kazandırmadığı aşikârdı. Kadın cinayetleri gibi köklü bir sorunu, sadece konuşarak değil, devletin etkin organlarıyla birlikte çözmek zorundayız. Yargı sistemi, kolluk kuvvetleri ve aile politikaları bu konuda devreye girmediği sürece, atılan her adım eksik kalacak. Konuşarak bu sorunu çözemezsiniz, bu kesin.

Programı en iyi anlatan Sosyolog hocamız Zeliha Bürtek oldu. Bürtek,  program boyunca “kadın olmak mağdur olmaktır” algısı üzerinden değil de sorunu anlamak için en temele inmek gerektiğini, sorunun en temeli de bir bireyin öldürüldüğünü ve bu ülkede bunun caydırıcı bir yaptırımının olmadığını savundu. Hocamızın sorunu devlet- toplum olarak ele alması ilgi çekiciydi ve düşündürücüydü. Ancak sorunun “sadece erkek” olduğunu savunan diğer konuşmacıların hiçbiri onun tam olarak ne demek istediğini anlamadı bence!

O kadar gerçek, o kadar acı bir şey söyledi ki: "Benim insanlığımı aldılar, insan olmaktan utanıyorum." İşte içinde bulunduğumuz karanlık bu. İnsanlık olarak bir şeyler yitirdik ve bu kayıp öylesine derin ki, geri dönüşü neredeyse imkânsız gibi. Kadın cinayetleri konuşulurken, işin özüne inemeyip sadece yüzeysel tartışmalarla günü kurtarmaya çalışmak, bizi bu karanlığın içinde daha da kaybolmuş hale getiriyor.

***

Bir de o katılan ünlülerin diziler meselesi var… Sanatçı toplumun aynasıdır derler. Ama madem öyle, bu aynada gördüğümüz vahşet nedir? Tecavüzlerin, aile içi şiddetin ve kafaların kesildiği dizilerden milyonlar kazanmak, bu topluma ne katıyor? Madem bu kadar şiddete karşısınız, neden bu dizilerin yayılmasına göz yumuyorsunuz? Sonra kalkıp Cemile gibi gerçek hayat mağdurlarının yaşadıklarına ağlayıp programda empati yapmaya çalışıyorsunuz. Biraz samimi olun! Eğer bu kadar acı bir tablo karşısında gerçekten içten bir üzüntü hissediyorsanız, o zaman bu vahşeti normalleştiren dizi ve içeriklerin üretimine karşı da sesinizi yükseltin. Ama hayır, herkes milyonlarını kazanmaya devam ederken, toplumdaki bu yozlaşma da devam ediyor. Hem de en acımasız şekilde.

Programdaki tartışmaların bir başka can sıkan noktası ise, erkekleri adeta topyekûn bir düşman olarak göstermeye çalışan bazı kadın katılımcılar oldu. Sanki tüm erkekler tehlikeliymiş, şiddet yanlısıymış gibi bir algı yaratılmaya çalışıldı. Ama asıl sorun bu değil. Bu tür genellemeler, toplumu daha da kutuplaştırmaktan başka bir şeye yaramaz. Kadın cinayetlerinin ardındaki toplumsal, kültürel ve hukuki sorunları çözmek yerine, erkekliği hedef almak, sorunun sadece bir kısmını görmektir. Gerçekten çözüm arayışında mıyız, yoksa sadece suçlu ilan etmek mi istiyoruz? Bu programın amacı gerçekten bu muydu?

Cemile'nin anlattıkları karşısında gece boyunca lanet okudum. Bu ülkede böylesine vahşetin, çaresizliğin içinde debelenen insanları koruyamayan bir sistemin varlığı içler acısı. Özellikle de çocuklarını ve kendisini korumak için aldığı uzaklaştırma kararının, Aile ve Sosyal Hizmetler Bakanlığı bilirkişisi tarafından hiçe sayılması, bu kararı bozan hakimin bir kadın olması... Yani artık sözün bittiği yerdeyiz. O çocukların hayatları tehlikedeyken, hâlâ bürokrasinin ve yargının işleyişindeki bu acizlik karşısında insan ne diyeceğini şaşırıyor.

Eğer gerçekten bir şeyler değiştirmek istiyorsak, sadece konuyu gündeme getirmek yetmez. Çözüm üretmeye yönelik ciddi bir tavır sergilemek zorundayız. Ve bu çözüm, sadece konuşmakla değil, devletin tüm yetkilileriyle iş birliği yaparak bulunabilir. Artık gerçek çözümler üretmek zorundayız. Ve bu çözümler, ne yazık ki, sadece programlarda yapılan duygusal konuşmalarla olacak şeyler değil!