CHP, bir kez daha tatildeki TBMM’nin rahatını bozarak olağanüstü bir toplantı talep etti. Konu Akbelen’de yaşananların değerlendirilmesiydi.
Talep bir kez daha iktidar ortaklarının oylarıyla geri püskürtüldü.
Oylama öncesi yapılan konuşmalarda, Saadet Partili Bülent Kaya’nın konuşmasını çok beğendim. Özetle aktarmak isterim;
Niyetimiz doğamızın, ormanlarımızın, tarım alanlarımızın, derelerimizin, şehirlerimizin talan ve tahrip edilmesinden kaynaklı doğa katliamlarını konuşmak ve bir çözüm bulmaktır.
Son yıllarda iktidar ve liderinin işine geldiği zaman itibar ettiği ama genellikle kendilerine bir yük olarak gördükleri Anayasa’mızın 56’ncı maddesi “Herkes sağlıklı ve dengeli bir çevrede yaşama hakkına sahiptir” diyor ve ekliyor “herkes” yani sadece zenginleriniz değil, bir avuç rantçılarınız değil, zenginlerinizle birlikte fakirleriniz, emekçileriniz, köylüleriniz ve kısaca tüm fertleriyle birlikte 85 milyon milletimiz diyor.
Bu hüküm çevremizi yani doğamızı, yaşam alanlarımızı geliştirmek, çevre sağlığını korumak ve çevrenin kirlenmesini önlemek adına devlete gerçekten çok ciddi sorumlulukları yüklemektedir.
Yine, Anayasa’mızın 169’uncu maddesi “Devlet ormanların korunması ve sahalarının genişletilmesi için gerekli kanunları koyar ve tedbirleri alır. Ormanlara zarar verebilecek hiçbir faaliyet ve eyleme müsaade edilemez. Ormanların tahrip edilmesine yol açan siyasi propaganda yapılamaz.” derken tam da bunun yapılmaması hâlinde ne kadar büyük bir suç işlendiğine atıfta bulunmaktadır ama bugün kolluk kuvvetlerine verdiğiniz görev ve yaptırdığınız işler âdeta ormanları tahrip edenleri savunan, ormanlara sahip çıkanları cezalandıran bir tutuma dönüşmüştür.
Bu arada, sizlere yakın tarihimizden küçük bir hatırlatma yapmak istiyorum. Hani iktidar ve destekçilerinin, işine geldiği zaman hezimet, işine geldiği zaman da zafer olarak ilan ettiği bir Lozan Anlaşmamız var ya ve bir de onun gizli olmayan maddeleri var ya, işte buna göre yer altındaki madenlerimizi çıkaramıyor, petrol ve doğal gaz arayamıyor, madenlerimizi de yabancılara peşkeş çekiyorduk ya, o halde iktidar ve yandaşlarını üzecek bir bilgiyi bu vesileyle kamuoyuyla paylaşmak istiyorum: O iş öyle değil, cumhuriyet ilan edilir edilmez yapılan ilk işlerden biri yabancılara tanınan imtiyazlara son verilerek madenlerin devletleştirilmesi olmuştur, özellikle Osmanlı'nın son dönemlerinde yabancılara verilen bütün maden çıkarma imtiyazları geri alınmıştır. Bu sayede yer altı kaynaklarımızın birileri tarafından yağmalanmasının önüne geçilmiştir ve iddia edildiği gibi de Lozan'da yabancılara maden çıkarma hakkı falan da verilmemiştir.
Ama gelgelelim iktidar 2004 yılında çıkardığı 5177 sayılı Kanun’la yaklaşık 150 bin maden ruhsatlarının büyük bir çoğunluğunu yabancı şirketler eliyle dışarıya peşkeş çekmiştir.
2019’dan sonra, biliyorsunuz ülkemiz, Cumhurbaşkanlığı hükûmet sistemiyle yükselişe geçti, uçmaya başladı. O 150 bin ruhsat bugün 350 bine mi, 400 bine mi vardı; varın onu da siz hesap edin.
Şimdi, bir kısım iktidar şakşakçıları çıkıp bu sayıları da kaynaklarımızı değerlendirme olarak sunmaya çalışacak ama her nedense kaynaklarımız sadece bir avuç zenginlerinizi ihya ediyor. Her işinizde nimet size, külfet millete. Kaynaklarımızı değerlendiriyorsak bu kaynaklar niçin milletin ekonomisine yansımıyor da sadece bir avuç şirketin ya da birilerinin sermaye hamallığını yapanların bilançolarına yansıyor?
İktidar partisi ve destekçilerinin devri iktidarlarında maalesef ülkemizin her bir köşesi yağmalanacak bir darülharp diyarı olarak görülmektedir. Ne derelerimiz ne ormanlarımız ne tarım alanlarımız, hatta tarihî ve sit alanlarımız bu durumdan vareste tutulamamıştır. Tek bir derdi, bir an önce yandaşlara “ruhsat” adı altında yağma izni veren ve verdikten sonra da aradan çekilen, ihtiyaç olduğunda ise kanunla, kararnameyle, kararlarla ya da kamulaştırmalarla tekrar yardıma koşan iktidar, bilinçli bir şekilde bu firmalarla insanları karşı karşıya getirmeye çalışmakta ve her zamanki gibi, sütten çıkmış ak kaşık gibi bu olaydan sıyrılmaya çalışılmaktadır.
Muğla’mız başta olmak üzere, ülkemizin en önemli sorunlarından birisi termik santraller, mermer ocakları ve maden sahalarında yürütülen faaliyetlerin mevzuata aykırı şekilde yapılmasıdır. Yaşanan çevre kirliliği ve doğa katliamlarının en büyük sebebi de budur. Hani “Sen yürü kanun arkandan gelir” demişlerdi ya, maalesef bu anlayışı her sahada sürdüren ve işi engelleyecek her olumsuzluğu görmeyerek “Sen başla, biz onu bir şekilde hallederiz; ÇED raporu gerekirse onu çözeriz, yürütmeyi durdurma kararı varsa onu çözeriz, başka sıkıntıların varsa onu çözeriz, dövizden TL'ye döneriz, olmadı kararname çıkarırız, olmadı teşvikler veririz.” pervasızlığıyla maalesef çevre ve doğa katledilmeye devam etmektedir.
Madencilikle uğraşan şirketlerin faaliyette bulundukları alanlar mevzuata aykırı bir şekilde tekrar doğaya kazandırılmamaktadır.
Bu ülkenin varlıklarının ekonomimize kazandırılması, yeni istihdam alanlarının oluşturulması ve her şeyden önce yurt dışına olan enerji bağımlılığımızın sona erdirilmesi millî bir görevdir. Kimse “Madenlerimizi çıkarmayalım, ekonomimize katkı sağlamayalım.” demiyor, şirketler daha fazla kâr etsin diye ormanlarımızın, derelerimizin vahşice talan edilmesinedir itirazlarımız.
Bu yerleri yurt bilen insanlarımızın hassasiyetlerini, hatıralarını, geçmişlerini hiçe sayarak, hoyratça bir üslupla ne yapmaya çalışıyorsunuz? O insanlar bu ülkenin vatandaşı değil mi? Niçin dediklerini dinlemiyor ya da anlamaya çalışmıyorsunuz? Allah aşkına daha sizler, bizler yokken bu insanlar buradaydılar; bu ağaçları, bu zeytinlikleri kendi elleriyle büyüttüler; aldıkları ürünlerden kızlarını gelin, oğullarını güvey ettiler, bir yuvaları oldu; hayvanlarını otlattılar, ekmeklerini taştan çıkararak helal lokma yediler, çantacılık yapmadılar. Bu yüzden bu insanları da dinleyin, zulmetmeyin, hakaret etmeyin, yok saymayın bu feryatları.
Akbelen’de olan bütün bu hoyratlıkların müsebbibi iktidarınızdır. Başka yerlerde de aynısını yaptınız, Karadeniz’in derelerini kuruturken, Kaz Dağları’nda cennet doğamız katledilirken aynı taktiği yine uyguladınız. Sanki bütün bu işlerin sorumlusu sadece şirketlermiş gibi görünmez adamlar olmaya çalışmayın. Oysaki şirketler kâr hırsıyla size olmadık taleplerle gelebilirler, siz o talepleri bal tutan parmağını yalar hesabıyla değerlendirirseniz millete ihanet etmiş olursunuz.
Dolayısıyla bütün bu söz ve görüşleri ortaya koymamızın tek bir sebebi var: Gelin, el kaldırıp el indirme makineleri olmadığınızı, iktidarı denetleme görevinin 600 milletvekiliyle hep beraber hepimizin görevi olduğunu dosta düşmana haykıralım, Meclisin iradesine sahip çıkalım diyorum.