Dün uyardım; Artık anlayın, şaşırmayın. Kendine dava adamı diyenlerin büyük bir kısmı, davanın falan değil liderin/şeyhin/efendinin/reisin/genel başkanın dalkavuğu ve haliyle yalakasıdır.

Onlar kralın veziri, yardımcısı, danışmanı falan değil yahu alayı kralın soytarısıdır!

Sistem, kral/reis/başkan/şıh ve onların soytarıları üzerine oturtulunca, o ülkeden, o davadan, o fikirden, o partiden, o ideolojiden, o tarikattan hiçbir halt olmaz.

Bu anlayış devlet kuramaz, devlet yönetemez, iktidar olamaz, olsa da muktedir olamaz.

Keçeci-zade İzzet Molla derki; “Devleti harap eden bilginlerin/aydınların dalkavukluğudur.”

Doğrudur…

İşte örneği; Bir gün Sultan İbrahim, Sultan-zade Mehmet Paşa’ya; “Mehmet demiş, senden önceki sadrazamlar, bana bazen itiraz ederler, bu iş makul değil derlerdi. Senden hiç böyle bir itiraz işitmedim, sebebi nedir?”
Mehmet Paşa şu cevabı verir; “Siz yeryüzünün halifesi ve Allah'ın dünyada gölgesisiniz. Kalbinize sunuh eden şeyler ilham-ı rabbanidir. Sözle ve fiil ile sizden hata olmaz ki itiraza mahal ola. Görünüşte akla uygun değil gibi görünen işlerin altında bir hikmet vardır. O bize malum değildir.”

‘Lidere sadakat şerefimizdir’ sloganına ne kadar benziyor değil mi?

İşte Osmanlı İmparatorluğu bu anlayışla battı. Sonra Türkiye Cumhuriyeti kuruldu.

Eskiden kalma alışkanlıklarla Atatürk döneminde de dalkavukluk yaşandı yaşanmasına ama O bunun farkında ve hep tedbirliydi.

Farkındaydı ki, bir gün etrafındakilere; “Söyleyin bakalım dedi, bu millet ben öldükten sonra hakkımda ne diyecek?”

Orada bulunanların “Paşam, halk sizi ‘dahi, kurtarıcı, büyük kahraman’ gibi sıfatlarla yad edecektir” demeleri üzerine Atatürk “Hayır, bilemediniz. Halk beni, etrafını dalkavuklar sarmasaydı bu memleket için çok şey yapacaktı, diye anacak” demişti.

Bugün, hemen her alanda dalkavukluğun, yalakalığın, soytarılığın getirisi çok yüksek maalesef. Aksi olmak ise dışlanmak, atılmak, uzaklaştırılmak, ihanetle suçlanmak, dövülmek ve öldürülmek…

Tamam, dalkavukluk geçer akçe, primi yüksek, getirisi müthiş ama bütün bunlar insani değerler değil ki.

Bir insana hele hele kendini Müslüman ve Türk olarak tanımlayana ve hesapta kendini böyle tanımlayanların hareketine, partisine, tarikatına yakışmaz ki.

Dinimizde kula kul olmak var mı? Yok…

Türk töresinde, töreye ihanetine rağmen bir hakana tabi olmak var mı? Yok…

Türk devlet idaresi sisteminde hakan mı önce gelir töre mi? Elbette töre…

Dolayısıyla kendini Müslüman ve Türk olarak tanımlayan, bu iddia ile yola çıkanların akıllarını başlarına almaları lazım.

Bu kadar zor mu Allah aşkına.

Bence, efendinin ani dönüşlerine, tükürdüğünü yalayışlarına ha bire bahane bulmak, her davranışını bir keramete bağlamak ama başta ailen olmak üzere hiç kimseyi ikna edememek ve artık alay konusu olmak daha zor değil mi?

Ve şurası da muhakkak ki bugün insanlık ve onların oluşturduğu parti/cemaat/tarikat her ne varsa, cahiliye Arapları misali kendi putlarını kendileri imal ediyor, kendi imal ettikleri puttan korkup yine ona tapınıyorlar.

Ve Firavun’a karşı Musa’nın yanındayız diyorlar ama kendi Firavunlarını kendileri yaratıyorlar.

Şurası muhakkak ki Firavun’u Firavun yapan tebaasıdır.

Dalkavukluk, soytarılık, yalakalığın firavunlaştıramayacağı insan pek azdır.

Haliyle her insan nefis sahibidir ve özellikle konum ve unvan sahibi her nefsin en büyük düşmanı pohpohlanmaktır.

Yaradılış gayesine vakıf, Yaradan karşısındaki aczinin farkında olan hiçbir insan kendi firavununu yaratmadığı gibi başka firavunlara da boyun eğmez, tabi olmaz.

Dolayısıyla firavundan ziyade o firavunu yaratanlarla kavgalı olmalıyız.

Çünkü bu soytarılık ve yalakalık bitmedikçe firavunun biri gider, öteki gelir.

Evet…

Dönenlere şaşırmayın, onlar zaten fırıldak.

Ama o fırıldak rüzgarsız dönmez.

İşte o rüzgar da sizsiniz, sizin soytarılıklarınız, yalakalıklarınız, dalkavukluklarınız