Eskiden, doğru bilgiye ulaşmak, bir iddianın doğruluğunu teyit etmek zorken bile siyasetçilerimiz bu kadar yalan söylemez, söyleyemezdi.

Şimdi ise doğru bilgiye ulaşmak, bir bilgiyi teyit etmek size bir tık uzaklıkta ama buna rağmen siyasilerin aşırı yalan söylediği günlerdeyiz.

Bu yalanlara en çok inanan kesimin de az çok dindar olduğu gerçeğinden yola çıkarak, bu sorunu din ve ahlak çerçevesinden değerlendirmemiz, hiç değilse dini hassasiyetleri olanları uyarmamız gerekiyor.

Yalan, bireysel ve toplumsal etkileri sebebiyle en büyük günahlardan birisidir.

Yalan, işlendiğinde insanı dinden çıkarmayan, tövbe ve helallik ile giderilebilen diğer günahlara benzemez ki Yüce Peygamberimiz, mümin günah işleyebilir ve fakat yalan söyler mi sorusuna karşılık “Yalanı ancak iman etmeyen kimse uydurur” buyuruyor.

Yine “Yalanla iman bir arada durmaz” hadisi ve “Doğruluk imanın ve güzel ahlakın, yalan ise münafıklığın simgesidir” sözü bu manada çok önemli…

Peki yalan, neden imanla bu kadar ilişkili?

Bu sorunun cevabı insanın neden yalan söyleme ihtiyacı hissettiğine bağlı.

Öyle ya, bir yandan ‘Lailaheillallah’ diyecek yani Allah’tan başka korkulacak, tapınılacak bir şey yoktur iddiasında olacak ama öbür yandan dünyevi korkularınız, dünyevi çıkarlarınız ve can, mal ve rızk endişesiyle yalana sarılacaksınız, oldu mu?

İşte bu sebeple yalan diğer günahlara benzemiyor ve yalan direk iman ile bağlantılı bir eylem…

Peki, yalan bireysel mi, yani sadece söyleyeni mi bağlıyor? Asla…

Yalan, sadece söyleyenin değil, bu yalana inananın da sorumlu olduğu, sadece söyleyenin değil inananların da helak edilmesine sebep olabilecek bir günah…

Nitekim Yüce Mevla, Hucurat Suresi 6. Ayette uyarıyor;

“Ey iman edenler! Eğer bir fasık size bir haber getirirse, onun doğruluğunu araştırın. Yoksa bilmeden bir topluluğa kötülük edersiniz de sonra yaptığınıza pişman olursunuz!”

İşte bunun içindir ki, siyasetteki son gelişmeleri, turp/murp tartışmalarını değerlendirirken çok dikkatli olmamız gerekiyor.

Gelen haberin, duyduğumuzun ve iddiaların doğruluğunu araştırmamız, hüküm vermeden önce doğruluğunu teyit etmemiz gerekiyor.

Akse halde, bir topluluğa, bir gruba, bir partiye kötülük etmiş oluruz.

Kaldı ki Müslüman olduğunu iddia eden kişi, pek çok ibadetten önce ahlakı, vicdanı ve adaleti, itaatten önce sorgulamacı aklı, hurafeden önce doğru ve teyit edilmiş bilgiyi dindarlığının merkezine yerleştirmek zorundadır.

Aksi halde mümin vasfını kazanamaz, mümin vasfı ile hiçbir alakası kalmaz...

Mübarek dinimiz bizleri bir yandan Allah ile olan ilişkilerimiz öbür yandan diğer canlılarla olan ilişkilerimizden sorumlu tutuyor.

Hatta diğer canlılarla olan ilişkilerimiz o kadar önemli ki Yüce Mevla mealen ‘benimle ilgili günahlarınızı belki affederim ama karşıma kul hakkıyla çıkmayın’ buyuruyor.

Kul hakkından kasıt dünya ve dünyadaki canlılarla olan ilişkilerimiz…

İnsan, Allah ile olan ilişkisini ibadet, tövbe gibi ritüellerle düzeltebilir ama canlılar ve kul hakkı söz konusu olduğunda bu iş öyle cenaze töreninde sözde helalleşmekle düzelmiyor.

Ey cemaat merhum/merhumeye, ahirete intikal etmiş haklarınızı helal eder misiniz? “Helal olsunnnn!” demekle olmuyor…

Hak, Yüce Mevla’nın sıfatlarından birisi ve önemlisi…

Çiğnemek, çiğnetmek en büyük günahlardan…

50’yi devirenler hatırlar. Kalimero. Kafasında içinden çıktığı yumurtanın yarısını şapka gibi taşıyan, simsiyah bir civciv, bir çizgi film karakteri.

En önemli repliği de şuydu; “Ama haksızlık bu öyle değil mi?​”

Bir civciv kadar olabilmeli, kime ve kim tarafından yapılırsa yapılsın “Ama haksızlık bu öyle değil mi?​” diye sorabilmeliyiz.

Tekrar edelim; kime ve kim tarafından yapılırsa yapılsın!

Yani hüküm verirken, taraf olurken, adaleti tesis ederken muhatapların kimliği, varlığı, zenginliği, unvanları ya da bize yakın/uzak olmaları bizi bağlamamalı.

Nalıncı keseri gibi kendimize, kendi tarafımıza, partimize şuna buna yontmadan, sadece hak olanı konuşmalı hak olanı savunmalıyız.

Yüce Mevla’nın; “Ey iman edenler! Bir topluluğa olan kininiz, sizi adaletten alıkoymasın.

Şüphesiz Allah, size emanetleri ehline (sahiplerine) teslim etmenizi ve insanlar arasında hükmettiğinizde adaletle hükmedin. Ey iman edenler, kendiniz, anne-babanız ve yakınlarınız aleyhine bile olsa, Allah için şahitler olarak adaleti ayakta tutun” emrine uygun davranmalıyız.

“Kendiniz, anne-babanız ve yakınlarınız aleyhine bile olsa, Allah için şahitler olarak adaleti ayakta tutun” emrine uymak, iktidar erki/gücü, bizden olmayanları, siyasi veya ideolojik rakiplerimizi ve hatta bir sebeple sevmediklerimizi, üstelik hukuk dışına çıkarak dövüyor veya eziyorken, aralarında adaletle hükmetmek zorundayız.