İstemeden varım, istemeden öleceğim. Olduğum şeyle olmadığım şey arasında, hayal ettiğim şeyle hayatın beni yaptığı şey arasında bir boşluğum, birer hiç olan şeylerin ortasındaki soyut ve tensel noktayım…
Var olduğum yerde, var olduğum için göğsüm sıkışırken ve bu hastalığın etrafımı saran şeylerden değil, ciğerlerimden kaynaklandığını bilirken, daha rahat nefes alabileceğim bir yer bulabilir miyim?
Yüreğimin tam ortasında büyük bir yorgunluk var. Asla olmadığım kişi beni üzüyor, ondan bana kalan anılardan anlayamadığım bir özlem kabarıyor. Umutlara ve kesin inançlara çarpıp düştüm, benimle birlikte bütün batan güneşler de düştü.
Bugün çok erken bir saatte sıçrayarak uyandım ve kederler içinde boğazımda anlaşılmaz bir tiksintiyle yataktan fırladım. Yaşamak zorunda olmanın dehşeti yataktan benimle birlikte kalktı. Her şey gözüme boş göründü bir an ve içimden buz gibi bir ses, hiçbir derdin çaresi yoktur, dedi.
Hissettiğimin ne olduğunu asla bilememişimdir. Herhangi bir duygu bahis konusu olduğunda ya da tarif edildiğinde, ruhumun bir parçasını anlatıyorlar gibi gelirdi, ama sonradan tekrar düşündüğümde hep şüpheye kapılırdım. Gerçekten de hissettiğim gibi miyim, yoksa sadece öyle olduğumu mu sanıyorum.
Bulutlar…
İstemeden varım, istemeden öleceğim. Olduğum şeyle olmadığım şey arasında, hayal ettiğim şeyle hayatın beni yaptığı şey arasında bir boşluğum, birer hiç olan şeylerin ortasındaki soyut ve tensel noktayım – ki o şeylerin bir adım ötesinde değilim ben de.
Bulutlar…
İntiharı hiçbir zaman bir çare olarak düşünmedim, çünkü hayata olan nefretim aslında ona olan sevgimden kaynaklanıyor.
Sahip olan, kaybeder. Bir şeye sahip olmaksızın hissedeceğini hisseden ise, o şeyi korumuş olur, çünkü o şeyin içinden özünü çekip almasını bilmiştir.
Sevmek, yalnızlıktan yorulmaktan olur; yani bir ihanet ve alçaklıktır, insanın kendine ihanetidir.
Vicdan azabı değil, bilinç azabı çekiyorum.
Hayat niye bu kadar çirkin? çünkü amaçlardan, tasarılardan ve niyetlerden örülmüş.
Ben kendimin gölgesiyim; o neyin gölgesi, onu arıyorum..
Der,
Fernando Pessoa
Ve devam eder:
"..saf boşluk insanı bilinçli bir hiçliğin sonsuzluğu yapar, adsız korku yapar, esrardan, hatta hayattan sürgün eder. beni ihmal etmiş yaratılışın soyut hatası olan varlığımın ölü çölünde yaşayacağım sonsuza dek.
Varoluşa geri dönüş yönündeki kısır arzunun, içimde sonsuza dek, gereksiz yere yandığımı hissedeceğim.
Çılgın gibiyim.
Her şeyi anlamak, her şeyi öğrenmek, her şeyi yapmak, her şeyden zevk almak, her şeyden acı çekmek istiyorum, evet, her şeyden acı çekmek.
Ama bunların hiçbiri yok, hiç, hiç.
Sahip olabilmek, hissedebilmek istediğim şeylerin fikri beni mahvediyor.
Hayatım uçsuz bucaksız bir düş.
Kimi zaman bütün suçları, bütün ahlaksızlıkları, güzel, soylu ve yüce olan bütün fiilleri işlemek, güzeli, doğruyu, iyiyi su gibi bir çırpıda içmek ve sonra da hiçliğin dingin bağrında sonsuza dek uyumak istiyorum.
Bırakın ağlayayım.
İşte, oturmuş masamda yazıyorum, kalem elimde ve aniden evrenin gizemi paldır küldür üzerime çullanıyor, duruyorum, ürperiyorum, korkuyorum. o an artık hissetmemek istiyorum.
Derin düşünebilen insanlara ne mutlu! ama bu derinlikte düşünmek bir lanettir. bunu nasıl tarif etmeli? dehşet üzerine dehşet."