"Bir başkası mıyım? Yabancı mıyım kendi kendime?
Yine de kendi kendimden çıkıp kaçan!
Bir pehlivan sık sık kendi sırtını yere çalan!
Sık sık kendi gücüyle kendini engelleyen!
Kendi zaferiyle yaralanmış ve durdurulmuş!"
Diyor, Nietzsche
Yeniden doğuşlar, etrafında dönen yeni bir dünyayım ben.
Her külfetin ardına saklanan ruhun kendini
sobelemesi artık bu.
Kendime geç kalmışlığın yarısına gelmişliğim.
Gelmelere de gitmelere de, olmuşlara da da olacaklara da aynı tepkimeler.
Şaşkınlığın sona ermesi bazı duygularımı arşa çıkardı, bazılarını da salıncaktan düşürdü.
Çocuk kalbim büyüdü, büyüyen ruhum çocuk kaldı.
Kendimin geri dönüşü olmayan bir meselesi artık bu.
Ortada ne kazanan olacak ne kaybeden, olan
tek şey yaşamaya kalacak.
Bilinçaltım içimdeki iradenin öncelikli durumlarını dışarı çıkarırken, orada kimin hüküm sürdüğünü bilemiyorum.
İçimde düşünen ve kendi bedenimdeki ben'imdeki yerimi almaya çalışmaktan başka, dünyada hiçbir işi olmayan, birbirine hasım istemler dalgası...
Zekâm, duygularıma suç ortaklığı etmekten başka hiçbir işe yaramıyor...
Bu savaşın galibi yok, kazanan kaybediyor.
Adına vicdan dediğim Tanrı;
Alt benliğimden gelen hayvani ihtiyaçlarımın beslediği şeytanla, göğüs kafesimin ortasındaki kanlı arenada savaş veriyor.
Stephan Zweig'ın Satranç kitabında da dediği gibi:
"Kendime karşı oynamaya kalkıştığım andan itibaren, bilinçsizce meydan okumaya başlıyordum. Siyah ve beyazdan oluşan her iki ben de yarışa girişmeden edemiyordu ve her ikisi de yenmek, kazanmak için kendine göre bir hırsa, bir sabırsızlığa kapılıyordu; siyah olan ben, beyaz olan benin yapacağı her hamleyi heyecanla bekliyordu. Bir tanesi bir yanlış yapınca, öteki ben sevinçten havalara uçuyor ve aynı anda da kendi beceriksizliğine kızıyordu..."