'Kendini yontmayı unutma' der Zeus...

Kendi kabuğunu kendin soyabilirsin, kendi özgürlüğünü kendin dışarı çıkartabilirsin...

İnsan biraz da kendi emeğidir!

-Charles Bauldelaire

.

.

.

Yaşamak, kendi kendini adam etmektir.

Zeka ve bilgiyi kullanarak etinden kemiğinden kendi heykelini yapmaktır.

-Goethe

.

.

.

"... sök at fazlalıkları ve düzleştir eğrilikleri,

arındırmaya çalış karanlık olanları ve

aydınlık yap onları,

kendi heykelini işlemeyi hiç bırakma."

-Plotinos

.

.

.

"İnsan, tekrar yücelebilmesi için kendini yeni baştan inşa etmek zorundadır.

Ve bu yenileşmeyi ıstırap çekmeden yapamaz.

Çünkü o hem mermerdir hem de heykeltıraş.

Hakiki biçimini yeniden kazanmak için büyük çekiç darbelerini kendi maddesine indirerek kıvılcımlar çıkarmalıdır."

~Alexis Carrel

.

.

.

"insanın özü kendi varlığıdır" Bunu bütün ekzistansiyalist ( düşünen, kendi kendini tasarlayan özne), edebiyatın en umutsuzca ve en yiğitçe ortaya atılmış sözü saymak yerinde olur. Sözün anlamı insanın, özsel bir doğası olmadığı ya da bu doğanın bir tek noktada, insanın kendinden ne isterse onu çıkarabileceği noktasında bulunduğundan ibarettir. "İnsan bugün ne ise onu kendi yapmıştır ya da "Kendi kendisi olmak cesareti" dediği şey de yine aynı şeydir.

-Valter SCHMIEHLE

Pek çok insan için kendini tanımak kendisinin dış dünyaya yönelik konumlanışını anlamaktan ibaret. Halbuki, bilinç düzeyindeki egoyu bilmek kendini bilmek değil..

Kendimizi tamamen dış dünyaya göre konumlandırmamız ne yazık ki ruhumuzla olan bağlantımızı yitirmemize yol açıyor.

Tamamen bilincin farkında olduğumuz düzleminde sürdürdüğümüz bu yaşam ne yazık ki bir mağaza vitrininden öteye gidemiyor.

Aslında anlatılarımız; yaşantılarımızın sadece posası, sustuklarımızda gizliyiz hepimiz... Derinleşmekten uzak, kendi şeytanını icat etmiş insanların dünyasında, herkes; sonu ölüm olan anafora cekilirken, adını hayat koyuyor bu kirli homosapiens oyununun...

Tüm problemlerin nedeni kendimiz değil miyiz ki? Kendi karanlığının farkında olan, başkasının karanlığı ile çok daha rahat mücadele etmez mi?

Bir başkasıylayken kendim, kendimleyken bir başkası olduğum an, anlamlandırmalarımı ve anlamımı belirlemeye başlıyorum.

İyi yada kötü insan diye birşey yok...

Herkes birbirini kendi egosunun çatlaklarından izliyor..

Hayat tamamen yanlış anlamalar bütünü,.

Konu her ne olursa olsun;

anlattıklarımız: karşımızdakinin anlamlandirabildikleri kadar...

Önyargı duvarlarıyla cevrili ego bahçemizin ardından birbirimizi izleyen yaramaz çocuklarız hepimiz...

Bana yukarıdan bakarsan bir zavallı görürsün.

Aşağıdan bakarsan Tanrı'yı görürsün.

Tam karşından bakarsan eğer; kendini görürsün.

İyi ve kötünün yolu aynı, herşey; karşımıza ne zaman ve nerde çıktığına bağlı....

Siyah ve beyazı içinde barındıran insanın salt rengi:

Kül gri....

Ne de güzel anlatmış Nietzsche Şu "Ruh" denen kavramın derinliğini ve kendini yaratmanın özetini:

"Tamamıyla bedenim ben, bundan başka birşey değil, ruh ise beden içindeki bir şeyin adı ancak.

Büyük bir akıldır beden, tek anlamlı bir çokluk, bir savaş ile bir barış, bir sürü ile bir çoban. Küçük aklın da senin bir aletidir bedeninin, kardeşim, o senin "ruh" dediğin - büyük aklının bir aleti ve oyuncağı."

"İnsan eksik, tamamlanmamış bir varlıktır, açıktır her şeye:

Gerisin geri de gidebilir, sağa sola da sapabilir, yukarılara da yükselebilir.

Öyleyse insanın yönünü, ereğini belirlemeli.

"Hayat, hep kendini altedendir."

Hayata ayak uydurmaktan, hayatla yöndeş olmaktan başka sağlam yol yoktur.

İnsan eksiktir, ama bu eksiği kendisi giderecektir;

kurtuluş kendisinden gelecektir ona;

şimdiye dek kendi dışında sanarak yücelttiği varlıkların bütün görkemi, güzelliği onun olacaktır.

Bir var ki insan, kendi içinde kalarak gerçekleştiremez bunu;

insan varlığının yöneldiği, erek bildiği bir örnek koymak gerek onun üstüne:

Üstinsan.

İnsan, var gücünü seferber ederek bu örneğe doğru ağmasında hep kendini aşmaya çalışmalıdır.

İnsanın erek olarak hiç bir büyüklüğü yoktur çünkü;

o ancak, köprü olarak değerlidir: Üstinsana götüren köprü.

Üstinsan, yalnız insanın değil, bütün yeryuvarlağın anlamıdır;

yeryüzünde var olan her şey, Üstinsanın yaratılmasına katıldığı ölçüde haklı çıkarabilir varlığını.

Üstinsandan yoksun insan, kargaşadan,

yıldız doğurmamış bir karanlıktan başka bir şey değildir.

Zaman gelmiştir: İnsan, bir an önce kargaşasını,

kendine anlam veren bir düzene çevirmezse,

yıldız doğurtmazsa karanlığına, yok olacaktır...."

.

.

Bunun yolunu felsefeyle bulabiliriz Otto Fenichel güzel tanımlamış:

"Ego ve İdin gelişmeleri birbirinden ayrı olmaz; birbirlerini karşılıklı olarak etkileyerek iç içe girmişlerdir. Fakat idin gelişmesinin tanımına geçmeden önce nevrozların psikolojisinde büyük önemi olan iki kavramdan söz etmeliyiz: Fiksasyon ve regresyon. Mental gelişmede, ilk dönemler daha sonraki dönemlerin yanında veya onların altında devam ederler. Bünyesel etmenler ve yaşantılar bunun daha belirli hale gelmesine neden olabilirler. Egonun fiksasyonlarında veya regresyonlarında, ego gelişmesinin ilk düzeylerinden birinin devamı veya bu düzeye bir dönüş söz konusudur. Bu özellik bir çok şeyi birden anlatabilir. Daha ilkel bir dönemin bazı yönlerini sürdüren veya tekrarlayan bazı izole ego fonksiyonları söz konusu olabilir. Bu anlamda, eydetik tipler algılama fiksasyonları olarak tanımlanabilir. Düşünce, kompülsiyon nevrozlularda olduğu gibi, normal kimselerdekinden daha majik bir karakter alabilir; bu düşünce şeklinde erken gelişmiş aşırı bir zekâ ile birlikte, hurafelere, omnipotense ve kısasa kısas yasasına bilinç dışı bir inanç görülür. Objelerle ilişkiler ilkel özellikler gösterebilir. Enkorporasyon amaçları olan ilk sevgi düzeylerinde veya küçük çocuğun özelliği olan benlik değeri düzenlenmesi tiplerine saplantılar olabilir. Son olarak, egonun fiksasyonları, bazı özgün savunma tiplerinin tekrarlı kullanılmasından ibaret olabilir."

Kadim öğretiler, "İnsan gök ile yeraltını birleştirendir. Mikroyu makroya bağlayandır" der.

Semaya "süper ego", inmesi gerektiği yeraltına da "id" dersek "Kahraman" ya da "Yolcu" yeryüzünde bir nevi köprü olarak "ego"sunda bunları tamamlayıcı bir biçimde birleştirirse, zıtlıkların sınavından geçerse ve yataydaki düaliteden geçip dikeydeki "Bir" ve "Bütün"ü idrak ederse, aydınlanmayı yaşarken benliğinde hissedecektir.

Bu da "id" in Ra'ya ya da nasıl isimlendirilirse isimlendirilsin insani idrak kapasitemizce tanımlanamayan o en Yüceye kavuşması, kendi içindeki kutsal Öz'ü de tanımasıdır... Kökeni kadim Mısır olan "ankh" sembolü, tam da bu yolculuğu anlatır. Benden bene yolculuğu... Ve yolcu der ki: "Az gittim uz gittim dere tepe düz gittim, bir de dönüp arkama baktım ki ne göreyim? Bir arpa boyu yol gitmemişim..."