Şunu kabul edelim: Şehirde bir şeyler fena halde yolunda gitmiyor. Bu sadece bir güvenlik sorunu değil, çok daha derin, çok daha karmaşık bir mesele. Her gün haber sitelerine düşen olaylar, basit münferit hadiseler olarak geçiştirilemez. Bu şehirdeki dokuyu kökten sarsan, insanları birbirine düşman eden, şiddeti bir iletişim biçimi olarak benimseten bir bozulma var.
Yeni yılın ilk gününde yine alıştığımız manzaralarla karşılaştık. Bir kavga, bir bıçak, bir ölüm. Bu kısır döngü Sakarya’nın günbegün kanayan yarası haline geldi. Şehir artık doğal güzellikleriyle değil, suç haberleriyle anılmaya başladı. Çatışmalar, cinayetler, aile faciaları... Bir şehrin başına daha ne gelebilir ki?
Gelelim gençlere. Bu kavgalar, bu öfkeler nereden geliyor? Çocukluğunu doya doya yaşayamamış, hayat mücadelesini omuzlarında erken yaşta hissetmiş bir nesil var karşımızda. Gelecekten umudu olmayan, öfkesini ne yapacağını bilemeyen gençler. Çatışmayı konuşarak değil, yumruk ya da bıçakla çözmeye çalışan bir kitleden bahsediyoruz.
Her gün birbirine düşen, neden kavga ettiklerini bile unutan bu gençler aslında yalnız değil. Ama yanlarında, önlerinde onlara örnek olacak birileri de yok. Toplumun her kesiminden duydukları tek şey bağırış çağırış, tehditkâr bir dil ve “güçlü ol, yoksa ezilirsin” anlayışı. Şiddet, sokaklarda değil, sözlerde başlıyor belki de.
İnsan hayatı değersiz mi oldu?
Peki ya toplum olarak insan hayatına verdiğimiz değer? Artık kanıksamış durumdayız. Bıçaklanarak ölen bir genç haberi duyulduğunda herkes bir "vah" çekiyor, birkaç saat sonra hiçbir şey olmamış gibi hayatına devam ediyor. Cenaze haberleri günlük yaşamın bir parçası haline gelmiş durumda. Sokakta birini öldürmek, bir başkasını tehdit etmek sanki olağan şeylermiş gibi algılanıyor.
Bu noktada kendimize soralım: Gerçekten bu kadar duyarsız mıyız? Yoksa sadece tükendik mi? Belki de olaylar karşısındaki tepkisizliğimiz, artık hiçbir şeyin değişmeyeceğine olan inancımızın bir sonucu. Ama ne olursa olsun, bu duyarsızlık en çok bu şehrin insanlarına zarar veriyor.
Paylaşım kültürü yok oldu
Bir diğer mesele, komşuluk ve paylaşım kültürünün kaybolmuş olması. Artık apartmanlar arası dayanışmayı bırakın, aynı çatı altında yaşayan insanlar bile birbirine yabancı. Herkes kendi derdinde, herkes kendi içinde izole olmuş durumda.
Sokakta göz göze gelmek bile korkutucu hale geldi. Yüzlere yansıyan yabancılık ve güvensizlik hissi, insani ilişkilerimizi neredeyse bitme noktasına getirdi. Herkes herkesi tehdit olarak algılıyor; bu da basit bir anlaşmazlığın neden bir cinayete dönüştüğünü açıkça gösteriyor.
Sakarya’da olup bitenler aslında sadece bu şehre özgü değil; ülkenin geneline yayılmış bir yozlaşmanın aynası. Ancak kendi kapımızın önünden başlamak zorundayız. Öfkenin, korkunun, güvensizliğin hakim olduğu bir şehir haline nasıl geldiğimizi sorgulamalıyız. Çünkü düne kadar "Huzur Sakarya" dediğimiz bu şehir artık adı şiddetle anılan bir yer haline geldi bana göre.
Bu hikâyenin sonunda soru çok basit: Böyle devam ederse ne olacak? İnsanlar yaşadıkları yerden korkar hale geldiyse, yarınları için bir umutları kalmış mıdır? Cevap herkesin gözünün önünde, ama görmek isteyen var mı, işte orası meçhul.