Her yıl aynı hikâye, aynı vaatler, aynı sonuç… Mikrofon ele alınır, cümleler özenle sıralanır: “Vatandaşı enflasyona ezdirmeyeceğiz” Bu cümle öyle sık tekrarlandı ki artık insanlar bunu duyar duymaz sadece acı bir tebessüm ediyor. Çünkü gerçekler, her defasında bu sözlerin altını boş bırakıyor. Vatandaş bırakın enflasyona ezilmemeyi, enflasyonun altında adeta bükülüyor, çöküyor.
Bakan Vedat Işıkhan, yaklaşan asgari ücret görüşmelerinde yine umut dolu açıklamalarda bulundu. Hem işçinin hem işverenin çıkarlarını gözeten bir rakam belirlenmesi için çaba harcayacaklarını söyledi. Komisyon 10 Aralık'ta toplanacakmış. “Vatandaşlarımızı enflasyona ezdirmeyecek bir tutar belirleyeceğiz.” Bu cümle kulağa hoş geliyor, değil mi? Ancak yıllardır izlediğimiz bu filmin sonunu hepimiz ezbere biliyoruz. Asgari ücrete yapılan zam, daha ilk ayında eriyor. Market rafları, pazar tezgâhları, elektrik ve doğalgaz faturaları maaştan çok daha hızlı artıyor. Vatandaşın eline geçen zam, bir süre sonra tamamen anlamını yitiriyor.
Her asgari ücret görüşmesinde aynı nakaratlar tekrarlanıyor: “Adil bir denge kuracağız, enflasyona ezdirmeyeceğiz, işçinin de işverenin de yüzünü güldüreceğiz.” Ancak bu dengeden işçi tarafına düşen pay, sürekli eksiliyor. Çünkü sorun sadece rakamlarda değil, ekonomik sistemin kendisinde. Asgari ücret belirlenirken sürekli geçim standartlarının altındaki bir maaş üzerine pazarlık yapılıyor. Oysa sorulması gereken şu: Asgari ücretle geçinen bir insan, bırakın “insanca yaşamayı,” kirasını mı ödesin, elektrik faturasını mı yatırıp çocuklarının karnını mı doyursun?
Bu noktada işverenler de mağdur. Artan maliyetler, vergi yükleri ve işletme giderleri nedeniyle çoğu işveren, işçisine hak ettiği ücreti vermek istese bile bunu yapamıyor. Ekonomik darboğaz, hem işvereni hem işçiyi aynı uçurumun kenarına sürüklüyor. Ancak bu kısır döngüyü kıracak bir çözüm, her nedense yıllardır geliştirilemiyor.
Asıl mesele şu ki, enflasyona ezdirmemek lafla olmaz. İnsanlar, söylenenlere değil, mutfaklarındaki gerçekliğe bakar. Her yıl enflasyon hesaplanırken kullanılan sepetlerin içeriği bile halkın yaşam koşullarından ne kadar kopuk olduğumuzu gösteriyor. Vatandaşın temel ihtiyaçlarına odaklanmak yerine “makro dengeler” üzerinden yapılan hesaplamalar, kimseyi ikna etmiyor.
Peki, çözüm ne?
Enflasyonun yükünü sadece işçinin omzuna bırakmak yerine kalıcı önlemler almak gerekiyor. Asgari ücret artışı kadar önemli olan, bu artışın erimesini engelleyecek adımlardır. Market fiyatlarını denetlemek, kira artışlarını kontrol altına almak, vergi yükünü hafifletmek gibi önlemler alınmadan enflasyona karşı gerçek bir mücadele mümkün değildir. Aksi takdirde her yıl yapılan zamlar, yalnızca vatandaşın kısa süreliğine nefes almasını sağlayan geçici pansumanlar olmaktan öteye geçemez.
Artık birilerinin çıkıp “vatandaşı enflasyona ezdirmeyeceğiz” demesini istemiyoruz. Çünkü bu söylemler, insanların giderek artan borçlarının, geçim sıkıntılarının ve hayat pahalılığının üzerini örtmüyor. Vatandaş, laf değil icraat görmek istiyor. Daha adil bir ekonomik düzen, insanca yaşam koşulları ve enflasyona gerçekten “ezilmeyen” bir hayat talep ediyor.