21. yüzyıl, teknoloji ve bilimin eşiğinden koşar adımla çıktığımız bir dönem oldu. İnternetten yapay zekâya, genetik mühendislikten uzay turizmine kadar ışık hızıyla ilerleyen gelişmelerle karşı karşıyayız. Ancak bu hız, beraberinde dünya hakkında bilgi sahibi olmaktan çok kafa karışıklığı ve yetersizlik hissi getiriyor. İşte buradaki ironi: Bilgiye erişim çağında yaşıyoruz, fakat bilgiyi anlamlandırma becerimiz giderek zayıflıyor.
Bugün neredeyse herkesin cebinde bir bilgi ansiklopedisi var. Akıllı telefonlar sayesinde her konuda arama yapabilir, istatistiklere, bilimsel çalışmalara ya da uzman görüşlerine saniyeler içinde ulaşabiliriz. Ancak soru şu: Eriştiğimiz bu bilgilere ne kadar hâkimiz? Google'da bulduğumuz bir makalenin kaynağını kontrol etme zahmetine bile katlanmıyoruz. Sosyal medyada yüzeysel bir bilgilendirmenin peşine düşüp, derinlemesine araştırma yapmıyoruz. Başka bir deyişle, “cahil olma” hali, teknolojik imkânların bolluğu sayesinde yeni bir boyut kazandı.
Dünya daha karmaşık ama farkında mıyız?
21. yüzyılın en önemli zorluklarından biri, dünya meselelerinin basitleştirilemeyecek kadar karmaşık olmasıdır. İklim değişikliği, yapay zekânın toplumu yeniden şekillendirmesi, biyoteknolojideki etik sorunlar… Tüm bu konular, farklı disiplinlerin bir araya gelmesiyle ancak tam anlamıyla kavranabilir. Yine de insanlar bu karmaşıklığı kabul etmek yerine, çoğu zaman basitleştirilmiş komplo teorilerine veya klişeye dönüşmüş ‘doğrulara’ sarılıyor.
Harari’nin 21. Yüzyıl İçin 21 Ders kitabında öne sürdüğü gibi, böylesine karmaşıklığı kavramanın ön şartı dünyanın bugünkü haline dair cehaletimizin farkına varmamızdan geçiyor. Ancak cehaletini kabul etmek, insanların egolarına dokunuyor. Kendini bilmek yerine, haklı çıkmak için kötü niyetli argümanlar arayan bir toplum modeliyle karşı karşıyayız.
Birey olarak bir olayı anlamadan, yüzeysel bilgilerle tartışmaya girmek yaygınlaştı. "Bilmemek ayıp değil, ama bilmediğini fark etmemek sorun" diyoruz, fakat toplumsal eğitim sistemimiz bile bu sorunu derinleştiriyor. İnsanlar öğrenmeyi genellikle bir sınav veya diploma almakla sınırlıyor.
Sonuç olarak, demokrasiye zarar veren manipülatif siyasi stratejiler, toplumdaki bilgi kirliliğini besliyor. Medyada yer alan sahte haberlerin kaynağı genellikle cehaletle şekillenen yargılardan kaynaklanıyor. Ve biz, yanlış bir bilgi okuduğumuzun, izlediğimizin farkına bile varamıyoruz. Gerçek bilgiye ulaşma çabası ıstırap verici bulunuyor ve bu nedenle insanlar çoğu zaman şu soruya cevap aramıyor: “Ben ne biliyorum? Bildiğim yeterli mi?”
Düşünmeye zaman ayırmak
Çözüm aslında çok basit; ama bir o kadar da zorlu. Düşünmeye, araştırmaya ve eleştirisel bakış kazanmaya odaklanmamız gerekiyor. Yüzeysel bilgileri benimsemek yerine öğrenme şevkimizi canlı tutmalıyız.
İlk adım, toplum olarak yanıltıcı basitleştirilmiş yaklaşımlardan uzaklaşmak olabilir. Bilginin bizi daha özgür, daha bilinçli hale getirdiğini fark ettiğimizde, karmaşıklıkla başa çıkabilecek donanıma sahip olmamız da mümkün hale gelecek.
İşte tam bu noktada çağımızın anahtar cümlesi karşımıza çıkıyor: "Ne kadar çok bilirseniz, bilmediklerinizin o kadar farkına varırsınız." Karmaşıkla başa çıkmak için bilgiyle barış yapmak bir zorunluluktur. Ancak bu çabanın gerçekten dünya için en önemli yatırımlardan biri olduğunu unutmamalıyız.