YÜZYILIN seçimine 20 gün kaldı. Geride kalan yüz yıllık Cumhuriyet tarihinde çok önemli işler başardık. 1946 genel seçimlerinde çok partili sisteme geçerek Cumhuriyetimizi ileri demokrasi ile taçlandırdık…

Cumhuriyetin ilanından sonra “Cumhuriyet Halk Fırkası” kuruldu. Atamız, demokrasi gereği ikinci bir parti daha istedi… Ve Fethi Okyar’dan ricada bulundu. Okyar da “Serbest Fırka” yı kurdu. Atatürk, “Bu partilerin biri sağ, diğeri de sol kolumdur” diyerek tarafsızlığını ortaya koydu.

Fakat ne yazık ki, milletimiz Serbest Fırka’ya fazla teveccüh göstermedi. Geçmişte yapılan darbe ve muhtıralarla birçok kez askıya alındı demokrasi.

Karşılıklı gençler, bir hiç uğruna idam edildi. Sözüm ona dengelemek için “Bir sağdan, bir soldan…” diye dürüstlük (!) taslandı! O güzelim hayat dolu idealist delikanlılar bir hiç uğruna gitti. Yaşı büyütülerek idam sehpasına gönderilen gençler de var… Acıları hâlâ kalbimizde…

Bu ülke için, Cumhuriyet ve demokrasi için büyük bedeller ödeyerek geldik buralara… Ve şimdi “100. Yıl” coşkusunu yaşamak istiyoruz. “Cumhuriyet sen çok yaşa!” diye göğsümüzü kabartıyoruz.

İSTİYORUZ Kİ, ADİL BİR SEÇİM OLSUN

100. Yıl aslında çok önemli. Fakat iki buçuk ay önce asrın en büyük depremle sarsıldık… Belki dünyada böylesine büyük alanı yerle bir eden bir deprem yaşanmamıştır. Ve üstelik 20 gün sonra 100. Yıl’ın seçimlerine gidiyoruz…

İşte, tüm bunların gölgesinde, “Cumhuriyetimizin 100. Yıl Coşkusu” da sönük kaldı; gereği gibi kutlanamadı. Resmi kayıtlara göre 50 binin üzerinde insanımızı kaybettik. Bu bir milli yastı. Milletçe üzüldük, kahrolduk… Deprem bölgelerinde büyük aksamalar yaşandı; hâlâ da yaşanıyor…

SEÇİM… EVET, AMA DEPREMİ UNUTMAYALIM!

  Aslında bu asrın felaketinde, seçimlerin daha sağlıklı yapılabilmesi için 1 yıl ertelenmesi gerekirdi. Önce yaralar sarılsın, depremde evlerini kaybeden vatandaşlarımız yuvalarına kavuşsun…  Sonrasında gelsin seçimler…

Ülkenin ekonomik tablosu her geçen gün biraz daha kötüye gidiyor! İç ve dış borçlar bir kartopu misali katlanıyor! Seçim ekonomisi de bütün bunların üzerine tuz-biber ekiyor! Öyleyse, hayırlısı ile şu seçimleri bir atlatalım. Ülkemizi 5 yıl yönetecek yeni kadrolara yetkiyi verelim… En azından, zararın neresinden dönülürse kârdır diye umalım.

TAZI İLE TAVŞANIN YARIŞINA BENZEMESİN!

Şimdi, hükümet erkânı, Cumhurbaşkanı, bakanları, belediye başkanları ve birçok Devlet kurumu seçimlere bodoslama daldı.

Aslında, Sayın Cumhurbaşkanı’nın aynı zamanda AKP Genel Başkanı olduğunu biliyoruz… Yemin töreninde “tarafsızlığa” ant içmesine rağmen AKP Genel Başkanlığı’nı da uhdesinde bulundurması, bu yemini, onlarca ve hatta yüzlerce kez ihlaline sebep oluyor!

Buna alıştık! Lakin ya bakanlara ne demeli? Özellikle de seçimle direkt ilgili olan İçişleri, Adalet ve Ulaştırma bakanlıklarına… Onların yardımcıları yok mu? Bu seçim kampanyalarında istifa etmeleri gerekmiyor mu?

Birçok bürokrat hem görevinin başında hem de milletvekili adayı olarak çalışıyor… Devlet ile siyasetin iç içe girdiği bir durumdur bu… Türkiye, ne yazık ki, olmaması gereken bu duruma da alıştı; alıştırıldı!

SEÇİM ŞARTLARI HİÇ DE ADİL DEĞİL!

Biliyorsunuz, televizyonlar ve kitle iletişim araçları seçimlerde en çok başvurulan unsurlardır. Hadi özel kanalların tercihini frenlemek zordur; lakin TRT’nin tarafsız olması gerekmez mi?

Ne yazık ki, milletimizin ortak değeri TRT, bir partinin yayın organı gibi davranıyor! Tamamen hükümetin ve dolayısıyla Cumhur İttifakı’nın sesi konumuna geldi. Onları seslendiriyor, onların reklamını yapıyor!

Yarın bir gün seçimlerde “Millet İttifakı” adayı ve milletvekilleri üstünlük sağlarsa ne olacak?

Camilerimizin Cuma hutbelerinde ufak ufak siyasi mülahazalar dile getiriliyor ve ülkeyi yönetenler lehine “Ankara talimatlı” vaazlar veriliyor! İslamiyet, 100 yıllık Cumhuriyet tarihinde hiçbir zaman bu kadar siyasallaşmamıştı.

Cumhuriyet tarihinin en önemli seçimleri var ve şartlar eşit değil… Televizyon kanallarının ve yazılı basının % 90’ı şu anda Cumhur İttifakı’nı destekler bir pozisyon almış durumda.

Anlayacağınız, Cumhur İttifakı “3 yaşında Safkan İngiliz tayı” ile koşuyor, Millet İttifakı ise, yaşlanmış, çaptan düşmüş, yakında kızağa çekilecek bir “Arap atı” ile yarışmaya çalışıyor…

BENİM İSE TEMENNİM, LİYAKATTAN YANA

Çocukluğumdan beri muhafazakâr bir ortamda yetiştim. Lise yıllarında Ülkü Ocakları’nda ve MTTB’de önemli görevler üslendim.

Fakat Türkiye çok değişti…

Artık sağ ve sol kavramları kalmadı…

İşte kendini komünist olarak lanse eden Tunceli Belediye Başkanı Mehmet Fatih Maçoğlu’nun bu şehirde yaptığı güzel işler ortada…

Hizmetin, dürüstlüğün, saydamlığın, liyakatin ve vatanperverliğin sağı, solu olmaz…

İnsanın içinde varsa dürüstlük, güzellik ve hakkaniyet; o kişi bulunduğu makamın hakkını her zaman verecektir.

İşte rahmetli Gaffar Okkan…

İşte rahmetli Adnan Kahveci…

İşte rahmetli Recep Yazıcıoğlu…

Bu değerli insanları, sağcılıkları ya da solculukları ile anmıyoruz. Onlar, görevlerini en iyi yapanlardı ve dolayısıyla bu ülkeyi en çok sevenlerdi.

Şimdi bir gazeteci olarak… Bir yazar olarak… Bu ülkenin her zaman dünya ülkeleri arasında en iyi konuma gelmesini arzu eden bir vatandaş olarak haykırıyorum:

“Kim bu ülkeyi daha iyi yönetecekse; o gelsin…

“Kim, Devlet kadrolarını torpilli olanlara değil de liyakat sahiplerine verecekse; o gelsin…”

“Kim ülkemizi içte huzurlu, dışarıda onurlu bir konuma getirecekse; o gelsin…”

“Kim ülkedeki işsizliği çözecek, ekonomik değerleri ve yaşam seviyesini yükseltecekse; o gelsin…”

“Kim ülkede cirit atan yabancılara sağlıklı bir çözüm üretecekse; o gelsin…”

Başkaca bir düşüncem yoktur şu anda… Biz bu ülkeyi çok ama çok seviyoruz…

Çünkü bu güzel yurdun, bu görkemli vatanın…  Bu TÜRKİYE’nin başka bir yedeği yok… Onu, gözümüz gibi korumalıyız…

Kalın sağlıcakla…