BİLİRSİNİZ, bir hikâye vardır anlayana… Ormanın kenarında birçok inek ve onların başında da bir “sarı öküz” varmış. Sarı Öküz, tebaasındaki inekleri çok iyi organize ediyor ve kendilerini avlamaya gelen aslanlara karşı güç birliği sağlayarak, her defasında tehlikeyi bertaraf ediyormuş.
Artık bu saldırılardan gına gelmiştir inekler topluluğuna, tam da başka diyarlara göç etmeyi düşünürken bir aslan çıkagelir:
“Biz aslında sizinle dost geçinmek istiyoruz. Lakin Sarı Öküzü görünce sinirlerimiz oynuyor! Onu bize verin, sizinle daimi bir dostluk anlaşması yapalım!”
İnekler topluluğu bunu istişare eder ve sonunda “Sarı Öküz”ün diretmesine rağmen, kendisini aslanlara vermeyi kabul ederler.
Aslanlar “Sarı Öküz”ü bir güzel mideye indirdikten birkaç gün sonra tekrar ineklerin yanına gelir ve yeni bir istekte daha bulunurlar;
“Dostluğumuz baki, lakin şu beyaz renkli inek var ya; hah işte o inek bizim sinirimizi hoplatıyor, iştahımızı kabartıyor… Onu bize verin, dostluğumuz devam etsin…”
Beyaz ineği de aslanlara verirler…
Aslanların isteklerinin ardı arkası kesilmez... Ve böylece sürüde kala kala yaşlı bir inek kalır… Aslanlar onu da almak için geldiklerinde işte o yaşlı inek başını sallayarak pişkin pişkin söyleniyor;
“Biz en başta kaybettik. O birliğimizi sağlayan Sarı Öküzü vermeyecektik…”
TÜRKİYE’NİN TERÖRLE SINAVI!
Yukarıdaki “sarı öküz” hikâyesi yaşanmış ya da yaşanmamıştır. Lakin bu hikâyeden çıkarılacak çok dersler vardır.
Dersimiz “sarı öküz”…
Türkiye son 40 yılda terör konusunda -düzelir umuduyla- birçok ödün verdi. Gelinen bu noktada, elindeki kozları kaybetmeye başlarken, şimdi terör belasını en kıza zamanda çözmek adeta zorunlu hale geldi.
Çünkü Emperyalizmin güçleri, İsrail’in Arzı Mevut rüyasını gerçekleştirmek üzere güç birliği yapmış, güneyimizdeki Kürt nüfusunun etnik kökenini kaşıyarak onları gaza getirmeye çalışıyor.
Bunun önemli bir kısmını da gerçekleştirdiler zaten…
Ta 2000’li yılların başından beri, “bize dokunmayan yılan bin yaşasın” aymazlığı ile güney komşularımız üzerindeki oyunlara hedeflere sessiz kaldık.
Diktatör Saddam Hüseyin idam edildi… Ülkesi talan edildi…
Irak, gözümüzün önünde üçe bölünürken sesimizi yeterince çıkaramadık. Önce Irak’taki Peşmerge yapılanmasının liderini “kırmızı halı” ile karşıladık, cebine “yeşil pasaport” yerleştirdik.
Yanımızda “dost” gibi davranan Barzani türevleri, kendi çöplüklerine gittiklerinde farklı konuşmaya başladılar; biz ise hep sinemize çektik.
OLUP BİTENLERE SESSİZ KALDIK!
Bize 1974’teki Kıbrıs Barış Harekâtı’nda petrol desteği veren tek ülkeydi Libya… Ve onun lideri Kaddafi, “Siz gerekeni yapın, uçaklarınızın, tanklarınızın yakıtı benden” diyordu. Yetmedi, silah desteği bile veriyordu.
NATO’dan müttefiklerimiz bize silah ambargosu uygularken, Kaddafi sahipleniyordu. Ancak biz ona sahiplenemedik. Gözümüzün önünde, Emperyalizmin köpürttüğü insan seli Muammer Kaddafi’yi sorgusuz sualsiz linç etti.
Sonra ne mi oldu?
Artık ortada vatandaşlarına bedava benzin veren, vergiden muaf tutan bir Libya yerine, kaynayan cadı kazanı var ortalıkta. Ve bu da, tüm bu olayların ipini çeken Emperyalizmin işine yarıyor.
Irak gitti… Irak’ta Emperyalizme karşı direnç bitti…
Libya gitti… Libya’da da Emperyalizm istediğini aldı…
Aynı senaryo Akdeniz’deki güney komşumuz Mısır’da da oynandı…
Yıllar önce Fas, Cezayir, Tunus’la başlayan Emperyalizmin ayak izleri, bugün Libya, Mısır, Arabistan, Irak ve en nihayetinde Suriye’yi de etkisi altına aldı.
SURİYE’Yİ DE BİTİRDİLER!
Zalim İsrail’i bu topraklarda hükümran kılmak isteyen Emperyalizmin uşakları, sözde Arap Baharı aldatmacası ile yıka yıka ta sınırımıza kadar ulaştılar. Güney sınırımızdaki komşularımızdan önce Irak’ın sonra da Suriye’nin ipini çektiler.
Bundan 13 yıl önce Suriye kapılarına dayandıklarında, Türkiye ile güney komşumuzun arası çok iyi idi. Liderlerimiz birlikte tatile gidiyor, aileler arasında karşılıklı jestler yapılıyordu.
İşte o zamanlar Türkiye’yi yönetenler Esad’ı davet edip, tehlikenin boyutunu kulağına fısıldaması gerekiyordu.
Şu söylenebilirdi:
“Dostum Esad, iyi dinle… Arap Baharı’nın arkasında tüm Emperyalizmin güçleri var. Onları ancak ülkedeki bütünlük, barış ve kardeşlik havası ve güç birliği ile püskürtebiliriz. Gel sen, demokratik bir yönetim için önemli açılımlar yap ve vatandaşların isteklerine kulak ver… Önemli açılımlar yaparsan, 23 milyonluk ülkenin tamamını arkana alırsın… Araya düşman unsurları sızma yapamaz…”
AYAK OYUNLARINI GÖREMEDİK!
Bunu demeli, Esad’ı açılım yapmaya ikna etmeliydik…
Yapmadık… Yapmadığımız gibi, bir Cuma vakti Emevi Camii’nde namaz kılma hayallerini dile getirmeye başladık.
Suriye’yi parça-pinçik yapan gruplardan bazılarına silah desteği sağladık.
Evet… Saddam Hüseyin de, Muammer Kaddafi de, Hüsnü Mübarek de ve son olarak Beşar Esad da birer diktatördü. Lakin ülkelerini birlik içinde tutuyor, -en azından- şu andaki durumdan daha ileri bir yaşam sunuyorlardı halklarına.
Yani kötünün iyisi konumundaydı onlar… Lakin şimdi bu topraklar kötünün de kötüsü durumda.
İnsanlar kimliksiz, kişiliksiz, ümitsiz, yarınsız…
Gelen dip dalgası ile bir o yana bir bu yana savruluyorlar. Millet olma vasfını çoktan kaybetmişler…
Şimdi o diktatör liderlerin bıraktığı bu boşlukta Emperyalizmin hayallerine hizmet eden yeni tampon devletler kurulmak üzere…
Sarı Öküzler gitti, toprakları savunmasız kaldı bu ülkelerin…
Şimdi, MHP Genel Başkanı Devlet Bahçeli’nin özel marifeti (!) ile terörist başı ve unsurlarıyla masaya oturuyoruz. Onların perde arkasından örtülü istekleri mutlaka olacaktır. Sonradan pişman olmamak için, kılı kırk yarmalı, yoğurdu üfleyerek yemeliyiz.
Sarı Öküzlerin kurban verilmesinden en başta bu ülkelerde yaşayan insanlar sorumludur. Daha sonra da kendilerine vazife çıkarmak isteyenler…
Ona göre…
*****************
ANLAMLI SÖZ
“Akıllı ve ini niyetli insanlara özgü bir ada olması için neler vermezdim… Öyle bir yer olsa, ben bile vatansever kesilirdim…”
ALBERT EİNSTEİN
*****************