Dün yazdım.

Ne zaman ekonomi bozulsa, hazine boşalsa, ekonomi yönetiminin ilk aklına gelen şey vergileri arttırmak ve göstermelik tasarruf oluyor.

Vergi eşit olarak paylaştırılmadığı gibi tasarruf yapmak da yine alt gelir gruplarına düşüyor.

Bu ülkenin en büyük ayıbı servet dağılımındaki eşitsizlik ve dengesizlik.

Uygulanan vergi politikası da haliyle bu eşitsizliği arttırmaktan öteye gitmiyor.

Bakın, Avrupa’da servet dağılımında görülen adaletsizliğinin en yüksek olduğu ülkelerin başında Türkiye geliyor.

Ülkemizde en zengin yüzde 1’lik kesim ülkedeki servetin yüzde 40’ını alıyor.

En zengin yüzde 5 ve en zengin yüzde 10’un servetten aldığı paya bakıldığında Avrupa ikincisiyiz.

Servet dağılımı adaletsizliğini gösteren Gini katsayısında da üçüncü sıradayız.

Fakir/fukara, garip gureba edebiyatı yaparak iktidara gelenlerin yönettiği ülkenin durumu bu.

Fakir gittikçe fakirleşiyor, zengin gittikçe zenginleşiyor.

Ve zenginliğin zirvesine çıkanlar, iş vergi vermeye gelince ortada yoklar.

Sen, ben alın terinden, boğazımızdan kısarak vergi verirken, o tuzu kurular tıpkı Suriyeliler gibi vergi dairesinin yolunu bile bilmiyorlar.

Dolayısıyla önce vergi adaleti sağlanmalı, az kazanandan az, çok kazanandan çok vergi alınmalı ki adalet bunu gerektirir.

Gelişmiş ülkelerde iki tip vergi vardır; dolaylı vergiler, dolaysız vergiler.

Dolaylı vergiler, yapılan harcamalar üzerinden alınan vergilerdir. Yani gelirden değil tüketimden kesilir. Bir ürün aldığınızda ödediğiniz paranın içinde, ÖTV, KDV gibi dolaylı vergi türleri vardır.

Dolaysız Vergi ise gelirden, kazançtan kaynaklanan vergi türüdür. Ücretli aldığı ücrete göre bir oranda vergi öderken, ticaret veya üretimle uğraşanlar da kazandıkları miktar üzerinden vergi öderler.

Evet. Bu gelişmiş ülkelerde böyle. Türkiye’de ise vergiler üçe ayrılıyor; iki dolaylı vergi, bir dolaysız vergi!

Ülkemizde ne zaman kasa boşalsa, iktidarların ilk aklına gelen dolaylı vergiyi arttırmak olur. Yani en temel ihtiyaçlarınızı temin etmek için yaptığınız alışverişten elde edilen vergiyi…

Böylece fakir fukaranın, karnını doyurmak, giyinmek gibi zorunlu harcamaları daha pahalı hale gelir. Ekmeğin, giysinin fiyatı artar.

Ama dikkat edin, lüks harcamaların çoğu için geçerli değildir bu.

Pırlantanın vergisi yoktur mesela ama ekmeğin vardır bu ülkede…

Yatlara alınan akaryakıtın vergisi yoktur ama tarlasını süren çiftçinin kullandığı mazotun vergisi vardır bu ülkede…

Dolayısıyla, dolaylı vergi fakirin canını yakar, yük yoksulun sırtına biner.

Pekin neden dolaysız vergiyi artırmıyorlar.

Birincisi dolaylı verginin toplanması çok kolaydır ve hızlıdır. Bugün karar alır, yarın tahsilata başlarsınız.

Bu vergi tipinde vergi dairesine bile ihtiyaç yok, en başta akaryakıt istasyonları birer vergi dairesidir.

Ama dolaysız vergi mükellefleri, yani kazancını kendisi beyan edenler, oranı ne kadar yükseltirseniz yükseltin, mevzuat eksikliği ve denetimsizlik sebebiyle bir yolunu bulur, vergiyi kaçırır.

İktidarlarda arada bir çıkardıkları vergi afları veya yapılandırmalarla o tuzu kuruları ihya eder.

İkincisi; Ağzı bıçak açmayan yoksulun sırtına binmek kolaydır, risksizdir.

Üçüncüsü ve en önemlisi fakir fukaranın değil, zengin ve türedi zenginlerin iktidarıysanız, kendinize ve kendi yandaşınıza dokunmak istemezsiniz.

Yani. Zaten toplanmayan, toplanınca da ‘bizimkilerin’ cebine dokunan vergi ile uğraşmaktansa, yüklen dolaylı vergiye…

Sal dolaylı vergiyi, herkes ödesin!

Ayda 10 bin lira emekli maaşıyla geçinmeye çalışan da asgari ücretli de, ayda 50 bin, 100 bin kazanan da, ayda ne kazandığını hesaplayamayacak kadar zengin olan da aynı oranda ya da aynı tutarda vergi ödesin!

Yani fabrikatör ile fabrikanın bekçisi aynı oranda vergi ödesin…

Ne güzel Türkiye değil mi?

Ha, eski Türkiye nasıldı.

Hani seçmeni sürekli eskiye dönmek mi istiyorsunuz diye tehdit ediyorlar ya, o eski Türkiye’de bu işler nasıl oluyordu?

1980’lere kadar, toplanan verginin yaklaşık üçte biri dolaylı, üçte ikisi dolaysız vergiydi. Yani vergi ağırlıklı olarak kazanç ve mülkiyet üzerinden alınıyordu.

Özal’la birlikte katma değer vergisiyle (KDV) tanıştık...

2002’de özel tüketim vergisi (ÖTV) girdi hayatımıza…

Böylece dolaylı-dolaysız vergi dengesi hızla değişmeye başladı.

Günümüzde verginin “üçte ikisi dolaylı-üçte biri dolaysız” vergiye dönüştü.

Vergiyi fakire, sermayeyi zengine yükledik yani…

Sonuç; Bunun adı vergi toplamak değil, halkı soymak.

Göz göre göre soyuluyorsun ey vatandaş!