Dün yazdım. Suriye ile ilişkilerimiz düzelmiş, iki kardeş ülke ortak parlamento toplama aşamasına bile gelmiştik.

Sonra ne olduysa kardeşim Esat, Eset oldu. Kardeşim Esat, katil Eset’e döndürüldü.

Sadece Suriye mi? Libya konusunda da tarihi bir dönüş yaptık.

Şubat 2011, ABD ve NATO Libya’ya müdahale hazırlığındaydı.

Çok kızdık…

Başbakan Erdoğan; “Şimdi bize basın mensupları soruyor, çok enteresan! NATO Libya’ya müdahale etmeli midir? Böyle bir saçmalık olur mu yahu? NATO'nun ne işi var Libya’da? NATO mensubu olan ülkelerden birine herhangi bir müdahale yapılması halinde böyle bir şeyi gündeme getirebilir. Bunun dışında Libya'ya nasıl müdahale edilebilir? Türkiye olarak biz bunun karşısındayız, böyle bir şey konuşulamaz, böyle bir şey düşünülemez” dedi.

Ne kadar ilkeli bir tavır diye öve öve bitiremediğimiz yazının mürekkebi kurumadan “NATO, Libya'nın Libyalılara ait olduğunu tespit ve tescil için oraya girmelidir” demeye başladık.

“Kendi mukadderatlarını o ülkelerin halkları belirlemelidir. Kimse kalkıp da o ülkelerdeki petrol kuyularının hesabını yapmasın. Demokrasi adına bir şeyler konuşacaksak bunları konuşalım. Kalkıp da petrolün hesabını yapmayalım.”

Dedik ve dediklerimizin mürekkebi kurumadan Libya’ya müdahale eden NATO gücüne 5 savaş gemisi ve 1 denizaltı ile destek verdik.

Libya'ya yönelik hava operasyonların İzmir'deki NATO karargâhından yönetildiği de cabası...

Bu da bize pahalıya patladı malumunuz; Kaddafi devrildikten sonra, General Halife Hafter'e bağlı güçler tüm Türk hedeflerini “düşman hedefi” ilan ettiler, Libya'daki Türk şirketlerine yaptırım uyguladılar ve sonuçta kaybeden yine Türkiye oldu.

Yıllardır soruyoruz; Bizim Suriye bataklığında ne işimiz var?

Bugüne kadar, o davul zurna çalarak ‘bir gece ansızın gelebilir’ şarkıları eşliğinde yaptığımız operasyon ve harekâtlar ile ne kazandık?

Hiçbir şey… Asker, mühimmat, itibar ve komşuluk ilişkileri kaybımız da cabası…

Öncelikle iç işlerine karıştık.

Yangına körükle gitme pahasına, Suriye rejiminin kendince haklı olarak işgalci, terörist, bölücü yaftası vurduğu örgütlere silah, eğitim ve para vererek, komşuda yaşanan iç savaşın tarafı olduk.

Başkalarının teröristlerine ‘kahraman, özgürlük savaşçısı, milli ordu’ muamelesi yaparken, yarın bizim ülkemizde de benzeri heves taşıyanların hareketlenmesi ve bizim de karşılık vermemiz durumunda, uluslararası kamuoyunun bize de bir ‘Eset’ damgası vuracağını dahi hesap edemedik.

İlk sıcak temas gerekçemiz sınır yerleşim alanlarımıza atılan mermi ve bombalardı.

Biz adamlara ne attık da onlardan gül atmalarını bekledik ki?

Bu sınır aşımı bombalarla ölen yaralananlar ilk bahanemiz oldu, bir gece ansızın gelebiliriz türküleri söylemeye başladık.

Kimin toprağına, ne için soruları şu kadar insan öldü/yaralandı ya bahaneleriyle geçiştirildi.

Peki, başkalarının egemenliğinde olan bu topraklara girmeden bu sorun çözülemez miydi? Bölgenin en güçlü silahlı kuvvetleri bu sorunu olduğu yerden çözemez miydi?

Derken, sonra ki gerekçemiz, lahmacun ısmarlayarak sınırımızdan geçirdiğimiz grupların devlet kurma arzusuna karşılık ‘komşuda bir Kürt devletine asla izin vermeyiz, bunun için orada olmalıyız’ oldu.

Her biri hamasetle beslenen toplum için yeterli mazeretlerdi.

Bu gazla Suriye’ye girdik.

Atılan her yanlış adımın karşılığında şehitler verdik ve her şehit sonraki yanlış adımların gerekçesi oldu.

Anlı şanlı isimlerle bize sunulan harekâtlara, mazeret şehitler olunca çoğumuz sesimizi de çıkaramadık Çıkaranlar da hainlik ve gayri milli olmakla suçlandı.

Buna rağmen uyardık, eleştirdik, haklı bile çıktık ama kimin umurunda?

İşin uzmanları, bir an önce Suriye bataklığından kurtulmak yerine sürekli yeni bir maceralara  atılmanın doğru bir dış politika olmadığını, bunun doğru bir askeri strateji olmadığını söyledilerse de takan olmadı.

Birkaç kez biz Antep’te ki Erdoğan’ı istiyoruz. Türkiye’nin böyle bir Erdoğan’a ve böyle bir dış politikaya ihtiyacı var diye yazmıştım.

Eğer Gaziantep mitinginde “Türkiye sanal korkularla gereksiz endişelere maruz bırakıldı. İçeride sanal tehditler, dışarıda düşmanlar üretildi.

Biz geldik bu anlayışı yıktık. Biz geldik Esat kardeşimle oturduk. İki ülke arasındaki meseleleri konuştuk, istişare ettik.

Ve Türkiye ile Suriye'yi bölgenin iki kardeş, iki dost ülkesi haline getirdik” diyen Erdoğan tavrı devam etseydi, bugün her şey ama her şey daha farklı olacaktı.

Bakalım devamında bizi neler bekliyor, yaşayıp göreceğiz…