‘6 yaşında çocukla evlenilebilir’, ‘asansörde halvet olunabilir’, yorgandan tahrik olunabilir’ türünden bel altı fetvalar veren hazretin, kamusal alana ve iktidara bakış açısını merak ettim.
Sordum gogul amcaya, evet Nurettin Yıldız’ın, torpil ve iltimas üzerine epey fetvası var.
Var ama Temel’in ‘buldum şeyime göre bir imam, kaptım fetvayı’ türünden tabi…
Soru; Sözlü mülakatta torpil yapmak, yapan ve torpil yapılan için caiz midir?
Cevap; Bunun adına torpil demeyelim de yapılacak işin gerçek manada hakkını vermek ve o işi yapmaya uygun kimlik ve aranan şahsiyet olduğunuzu ispat diyelim. Böyle olursa caiz olur. Ne kadar böyle olup olmadığının hesabını ise herkes yarın Rabbine verecektir.
Soru; Çalıştığım kurum kişiye özel kadro açarak, sözlü mülakatla birinin önünü açıp diğerlerinin önünü tıkarsa, kul hakkı bakımından durum nedir?
Cevap; “Bu durum o kişiyi göreve alacak yetkili makam sahibi açısından ele alınmalıdır. Orada görülecek hizmetin gerektirdiği ve alternatifsiz biri için bunu yapacaksa, işin selameti açısından böyle bir tercih neden olmasın? Bu ne kadar gerçek böyledir, ne kadar özel ilişkilerin sonucudur onu o kişinin imanı ile kendi arasında bırakmak durumundayız.”
Soru; Sözlü mülakat sorulan soruları bilmeme rağmen torpil yaptırmadığım için elendim.
Ben de şimdi iş kaygısıyla oradan buradan adam bulup torpil yaptırayım mı? Yoksa tevekkül mü etmeliyim?
Cevap; Bir ayrıntıya dikkat etmelisiniz: Torpil başka şey, kendini ispat etmek başka şeydir. Eğer, hile yapmadan gerçek kimliğinizi ispat için adam buluyorsanız buna torpil demeyin, referans deyin. Onu da yapmanız gerekir. Ne kadar liyakat ve ehliyet sahibi olup olmadığınız ise Rabbinizle aranızdaki meseledir.
Benzeri bir soruya, bir başka cevap; “Rızık sadece devlette memur olmakla sınırlı ise, diğer insanlar hep aç yaşıyorlarsa, o alanda kurulu bir düzene katılmaya mecbur isek, işimiz sürüye katılmak ise, siz de sürünün gitsin.”
***
Bütün bunlar çevir kazı yanmasın, aman iktidar ile aramız açılmasın babından fetvalar…
Hani, özellikle kamusal alanda ve iktidar ile insan arasında yaşanan bütün bu haksızlıklar karşısında hep deriz ya ‘Bunlar nasıl dindar’ diye, artık bu soruyu gereksiz buluyorum.
Ve anlıyorum ki, bunlar amellerine göre fetva uydurtuyor, böylece uydurdukları dine göre amel ediyorlar ve bunların uydurdukları din ile benim inandığımın hiç alakası yok.
Yok, çünkü benim dinimin Yüce Peygamberi; “Kim kamu işine daha ehli olan varken, sırf akrabalığına ve dostluğuna dayanarak daha az ehli olanı alırsa kıyamet günü onun hasmı bizatihi benim” buyuruyor.
DİNİMİZDE TORPİL HARAMDIR
Torpil, toplumu içten içe kemiren bir hastalık, güvensizliği ve kalleşliği yaygın hale getiren bir maraz…
Senin, emek verip okuyan, onlarca organize sınavı hakkıyla geçip devlet memuru olabilmek için bin bir çile çeken yavrunu enayi yerine koyup, bir başkasına, tamamen ahbap çavuş ilişkisi veya hamil-i kart yakinimdir referansı ile kamudan kadro peşkeş çekmek kul hakkının daniskasıdır.
Kendilerine emanet edilen kamu görevini torpil yaparak veya göz yumarak kötüye kullananları, Yüce Allah yedikleri kamu ve kul hakları sebebiyle, kimsenin kimseye yardım edemediği, torpilin ve rüşvetin işe yaramadığı hesap gününde perişan edecektir.
Yüce Peygamberimiz, kamu hakkına tecavüz edenlerin cenaze namazını kılmayarak bu günahın ne büyük bir cürüm olduğunu arkasından gelecek olanlara işaret etmiştir.
Kamu malı bir kilimi aşırdığı için, Hayber cenginde öldüğü halde şehit sayılmayan kişinin durumu, bugün kamuyu yakınlarına peşkeş çekenler için en önemli örneklerden birisidir, anlayana…
Ve… Hani Osmanlıcılık diyorsunuz ya, işte o meftunu olduğunuz Osmanlıyı batıran da son dönemlerin torpil ve iltimas hastalığı ve bu sebeple emanetin ehline verilmemiş olmasıdır.
ATATÜRK VE TORPİL
Atatürk, Mudanya’dan geçerken, bir kadın, elinde bir kâğıtla yaklaşıyor ve Beni tanıdın mı paşam? Ben Selanik’te komşunuzdum. Bir oğlum var: Devlet Demir Yollarına girecekti, sen onu alsınlar dedin, fakat müdür dinlemedi, ne olur bir kere de sen söyle, diyor.
Atatürk, diğerlerinin de duyacağı ses tonu ile şunu söylüyor;
“Oğlunu almadılar mı? Ben salık verdiğim halde mi almadılar? Ne kadar iyi olmuş. Çok iyi yapmışlar. İşte Cumhuriyet böyle anlaşılacak.”
Yine Atatürk, dönemin Milli Eğitim Bakanı Abidin Özmen’e, bunları, uygun gördüğünüz bir liseye parasız yatılı olarak kaydediniz diye, yaveri refakatinde iki çocuk gönderir.
Bakan, çocukları Haydarpaşa Lisesine paralı yatılı olarak kaydettir, makbuzlarını da Atatürk’e gönderip şöyle der;
”Arkasında sizin gibi biri bulunduğu için, bu çocukları fakir ve kimsesiz olarak kabul etmeme, hem yasalarımız, hem de mantığımız izin vermedi. Çocukları emirleriniz gereği Haydarpaşa Lisesi’ne kaydettirdim. Çocukların üçer yıllık okul taksitlerine ait makbuzları ekte takdim ediyorum…”
Atatürk, Başbakan İsmet İnönü’ye telefon ederek “Bak senin Milli Eğitim Bakanın bana ne yaptı.” diye olayı anlatır.
İnönü, Bakan adına özür dileyince;
Atatürk, Yok özür dileme, der. Çok memnun oldum. Keşke her devlet adamı bu medeni cesarete sahip olabilse ve doğruyu gösterebilse!”
Bunlar, biraz da bunun için Atatürk’e düşman olsalar gerek…