Gerçekte kim olduğumuz ve ne yapmak istediğimiz konusunu, bunu öğrenmenin, bu yolda gelişmek ve değişmenin olağanüstü güzel olduğunu düşünüyorum. Kişinin çevresinde olup bitenleri anladıkça, anlamaya çalıştıkça, kendisinin de kim olduğunu ve ne yapmak istediğini daha net görüyor olacağı fikrindeyim. Fakat her zaman çok kolay olmuyor bu.

Örneğin ben, zamanla daha iyi olacağımı düşündüğüm halde, evrenin çok özel varlıklarını, yani insanları anlamakta çok zorlanıyorum şu sıralar. Paulo Coelho’nun, Simyacı kitabında ki çoban Santiago, koyunları için şöyle düşünüyordu. “Sorun şu ki her gün yeni bir yere gittiklerinin farkına varmıyorlar, otlakların değiştiğini, mevsimlerin birbirine benzemediğini anlamıyorlar. Çünkü yiyecek ve sudan başka kaygıları yok."" Bu pasaj gerçekten derin ve düşündürücü. Bende şu aralar, dahada anlaşılmaz bulduğum insanların, gitgide Endülüslü çoban Santiago’nun koyunlarına benzediğini düşünüyorum. İnsanların rutinlerini yaşarken, büyük resmi kaçırıyor olmaları, sadece kendilerine ve temel ihtiyaçlarına odaklanmaları onları duygusuz, durağan ve monoton yapıyor bence. İnsanları anlamak, onların içsel dünyalarına erişmek ne yazık ki hepimiz için çok fazla sabır ve zaman gerektirir oldu şimdiler de …Modern hayatın temposu içinde insanların derinlemesine düşünmesi ve anlam arayışına girmesinin zor olabileceğini de anlıyorum. Ancak bu sürecin zor ve uzun oluşu bu durumu asla önemsiz ve gereksiz kılmıyor. İnsanlar birbirlerinin hikayelerini dinleyip önemsedikçe, birbirlerini yargılamadan anlamaya çalıştıkça, yeniden eskisi gibi insanlar arasında güçlü bağlar oluşacak ve hayatın anlamı derinleşecektir diye düşünüyorum. En önemlisi de daha iyi bir dünya için büyük bir adım atılmış olacaktır…Kanımca, yapmamız gereken en önemli şey, Endülüslü çoban Santiago’nun koyunları gibi, salt yiyecek ve su düşünmeyi bırakmak olmalı. Temiz ve karşılık beklemeksizin kurulan sosyal ilişkiler olmalı mesela hayatımızda. Duygusal destek ve anlamlı bağlantılar için bu son derece önemli. Bu bizi Endülüslü çobanın koyunlarına benzemekten kurtaracak birincil harekettir. An’ ı yaşamak, anda kalmak, çevremizdeki güzelliklerin farkında olmak ise çok insani bir özelliktir ve gereklidir yani. Böyle olunca nefes alıp vermenin ötesinde salt günlük rutinlerimizi yerine getirmekle kalmayıp yaşamaya ve yaşadığımızı fark etmeye başlarız değil mi? Keza, gerçekte zenginlik, sahibi olunan maddi varlıklar değil, geride bıraktığımız sevgi ve dostluklarla ölçülmelidir. Ve hayat yaşadığımız anlardan ibarettir. Geçmişi değiştiremeyiz ancak şu an’ı en iyi biçimde yaşayabilir ve hatta Santiago’nun koyunları gibi olmaktan vazgeçersek geleceğimizi de daha iyi dizayn edebiliriz. Santiago’nun koyunlarının aksine bilinçli bir farkındalıkla çevremizde ki değişiklikleri ve güzellikleri fark ederek, diğerlerini, ötekileri, kendilerini ve hikayelerini önemseyerek, aynı zamanda hayatın her anını değerlendirerek bilinçli bir yaşama geçebiliriz. Dünyanın salt kendisinin etrafında döndüğünü düşünenlere, vermeden alanlara, insan gibi insanca yaşamayı unutanlara ilham vererek daha anlamlı bir yaşam deneyiminin içinde olmalarını sağlayabiliriz değil mi?