Mutlak, yaşadığımız her deneyim, hissettiğimiz her duygu iyi ya da kötü aslında bizim gelişmemize ve olgunlaşmamıza olanak sağlar. Her canlıyı kucaklamak, doğanın güzelliklerinin farkına varmak ve onları koruma çabası içinde olmak, etrafımızda ki insanları fark etmek ve gerektiğinde takdir etmek, yaşamın ve sahip olduklarımızın kıymetini bilmek, başkaları içinde iyi bir şeyler yapabiliyor olmak ise kişinin kendisini ve hayatını anlamlı kılar.
Ve çok sevmek, yaratılan her canlıyı, kediyi, köpeği, çiçeği ve hatta böceği sevmek bizi hayatın çeşitliliğine ve mucizelerine götürür. Kendimizi sevmek içsel huzurumuzu arttırırken, diğer insanları ve varlıkları sevmemiz duygusal olarak dengede kalmamızı sağlar. Örneğin yaptığımız işi ve sorumluluklarımızı sevmekse bizi hem motive hem de üretken yapar. Sevme eylemi zaten genel olarak bizi duyarlı ve empatik yapar ayrıca stres duygumuzu azaltıp, pozitif ve yapıcı duygular içinde kalmamızı sağlayıp, genel sağlığımızı da iyileştirir. Şu sıralar duyarsız ve empatiden yoksun hallerimizin nedeni sevmeyi unuttuğumuzdan, ya da sosyal medyada sıkça karşılaştığımız ‘önce kendini sev’ ‘en çok kendini sev’ gibi verilen mesajların, etkisinde kalan kitleleri, doğrudan yanlışa sürüklüyor olmasından kaynaklanabilir mi?
Fikrim şu ki, sıkça karşılaştığımız bu tür mesajlar, aşırı bencillik ve bireysellik içeriyor. Kendini sevmek ve değer vermenin önemi çok büyük olsada, bu duyguları başkalarından izole ve toplumu dışlayarak yaşamak, sevmeyi ve empatiyi unutmamıza neden olabilir. Bu temel duygu kaybedildiğinde ise başkalarıyla anlamlı ve derin bağlantılar kurulması da mümkün olmaz. Sosyal medyada gördüğümüz bu tür mesajları eleştirel bir bakış açısıyla objektif olarak değerlendiriyor olmamız gerekir. Sağlıklı bir kendini sevme yaklaşımı aslında başkalarını da sevmeyi ve anlayabilmeyi içerir. Sevgi, empati ve dayanışma korkularımızı aşmamıza, hayatın zorluklarıyla başa çıkmamıza yardımcı olur. Sevgiyle yaptığımız her şeyin dönüşümü iyi ve katbekat fazla olur aslında.
Bizi bencil olmaya ve sevgisizliğe sevk eden mesajları her nereden geliyorsa bertaraf edelim bir sonra bizi sevmekten, fedakarlık yapmaktan alıkoyan korkularımız varsa, arınalım o korkularımızdan. Korkularımızdan arınalım çünkü korktuğumuz her şey kâbusumuz, kabuslarımız ise gerçeğimiz oluyor. Çiçekleri, ağaçları, lahananın üzerinde ki çiğ damlasını sevelim, çiğ damlasının üzerinde ki yansımamızı fark edelim. Terasımızdan ceviz çalan kargayı, balkonumuzda ki yumurtaları kırıp içen martıları yaşamak için verdikleri mücadeleyi fark edelim ve sevelim. Canımızı acıtan insanları da sevelim, onlar sayesinde iyileri, iyilikleri nasıl daha güzel fark eder olduğumuza şükredelim. Bilelim ki hepsi bize hizmet ediyor, hepsi bizim tekamülümüz için karşımıza çıkıyor. Hepsi bizim gelişip dönüşmemiz için bir şeyler öğretmek ve göstermek için giriyorlar alanımıza. Savaşlar örneğin, barışın ne kadar kıymetli olduğunu gösteriyor. Kötü liderler, iyilerin kıymetini, kötü komşu sıradan olanın iyiliğini gösteriyor. Kaybetme korkusu kazanmanın yollarını, soğuk sıcağın kıymetini gösterirken her zorluk bize dayanıklılığı sabrı ve şükranı öğretiyor. Öfke ve öfkeli insanlar ufacık bir tebessümün hayatımızda ki kocaman yerini keşfettiriyor örneğin. Açlık tokluğun kıymetini bildiriyor. Bundan böyle simsiyah geceleri de sevelim ve biz her gün ışıdığında, yeniden görelim güzellikleri. Bu deneyimler unutturacaktır bize kör karanlıkları ve kalbi kötü insanları…
Unutmayın ki her kalp ne ekerse onu biçermiş…Kötülüğe karşı en iyi savunma ise iyilik ve sevgi dolu kalplermiş.