Sosyal medyada karşılaştığım bir paylaşım çok hoşuma gitti. Buraya taşımak güzel bir fikir gibi geldi ve yazı konum olsun istedim Çok yalın ve samimi bir dille aktarılmıştı anlatılmak istenen. Metnin sonuna ‘alıntı’ notu düşülmüştü, o nedenle bu çok anlamlı yazının kime ait olduğunu bilmiyorum. Tatlı bir farkındalık olacağı düşüncesiyle aynen aktaracağım.
‘’Eskiden yemek yiyebilmiş olmak, yokluktan mı edepten mi bilmem ama saklanan sakınılan bir şeydi. Yemeğin komşuya kokma ihtimali yüzünden yapılacak yemekler bile ertelenirdi. Ya da gizli yapılırdı. İnsanlar yemiş olduğu bir yemekten bahsederken ‘’ayıptır söylemesi’ ’diye başlardı söze. ‘’ne yedinde geldin, otur iki lokma ye! Diye ısrarla sofraya davet eden birine, yediğimiz şey soğan ekmek bile olsa diyemezdik.’’ Yedim işte bir şeyler, size afiyet olsun…
Hayvani bir duyguyu tatmin etmiş olmak felsefesi üzerinden gitmiş olacak ki atalarımız, geleneğin ahlak boyutunda yer alırdı bu sakınma. Sosyal medya hayatımıza girdiğinden beri yemek yeme adabının da ayarını kaçırdık gibi. Türk kahvesinden soğutacak kadar Türk kahvesi, kahvaltıdan tiksinecek kadar serpme kahvaltı fotoğrafı görüyoruz. Araba süren kol saati story’si kadar nefret ettim waffle’ dan aynadan kaslarını çeken efekti bol, adam kadar itici, rönesans tablosu gibi sofralar. Artık çocuklar sunum yapmadan ortaya konan yemeğe burun kıvırıyor. Mutfak dolapları züccaciye vitrini, ruhumuzun vitrini Perşembe pazarı gibi. Darmadağınız. Bizi görmeseler ölecek, ‘’aferin mutlusun aynen böyle devam…demeseler boğulacak gibiyiz. Ama en çok da o yemekler ile beraber dertlerimizi kusacak gibiyiz. Neden? Ruhumuzun hangi eksik yanını doyurma derdiyle bu telaş? Onaylanmadan takdir görmeden değerli hissedemeden geçirilen bir çocukluğun intikamımı bu aldığımız? Kebap salata değil de bakın ben değerli ve özelim, bu işi çok iyi başarıyorum, ne olur artık beni fark edin ve sevin kısmımı o sunum tabağına koyduğunuz? O ünlü restoranta gitme sebebiniz o meşhur salatayı yeme isteği değil de topluma çalıştı ve zengin oldu, artık parası da var, adam olamaz demişlerdi, bak gördün mü çocuğu… dedirtebilmek için mi? Onaylanmamış her çocuk yanımızı, sertçe çiğnediğimiz lokmalardan çıkarıyor olabilir miyiz? Yine de doymuyor değil mi çocukluğumuz? Onu doyuracak şeyi bir türlü bulamıyoruz.
Başı okşanmayan o çocuğun oynamaktan sırtı terli, hala pencerede annesinin salçalı ekmeğini bekliyor. Hala umudu var sevileceğine dair. Fotoğrafını çekip sosyal medyaya koyduğu şey kahve sunumu değil, beni de severler mi umudu…’’
Geçmişin değerlerini ve bugünün toplumsal normlarını da içeren bu metin üzerinde düşünülmeli sanki…Sosyal medya kullanıcılarının toplumun onayını alma ihtiyacı, görünür ve takdir edilen biri olma arzusu çocukluktan gelen birtakım eksikliklerin yetişkinlikte ki tezahürü olabilir mi sizce de? Gerçek tatmini ve iç huzurunu yakalamak için dış dünyadan beklenen bu onaylardan ziyade iç dünyamızı ve duygularımızı beslemek çok daha sağlıklı ve makul değil mi? Paylaşımlar, beğeniler ve yorumlarla bu sosyal medyada ki takdir arayışı geçici ve yüzeysel mutluluklar sağlarken bu biçimde derin ve gerçek mutlulukları kaçırıyor olabilir miyiz?
Daha da önemlisi sosyal medya paylaşımlarının niteliği ve içeriğini göz önünde bulundurduğumuzda kalitesiz ve yüzeysel içeriklerin toplumda yozlaşma ve değer kaybına neden olduğunu, geleneklerimizin öz değerlerimizin yitirildiğini göz ardı etmemeliyiz. Bu mecralarda paylaşılan içeriklerin bilinçli bir şekilde seçilmesinin, uzun vadede toplumun genel değer yapısını koruyacağını düşünüyorum. Aksi durumda ise özellikle genç nesillerin bu içeriklere aşina yol almalarının büyük bir değer ve kimlik kaybı olacağı inancındayım. Bizi görmeseler ölecek, ‘’aferin mutlusun aynen böyle devam…demeseler boğulacak mıyız gerçekten?