Geldiğimiz gibi gideceğiz sonunda/ Ne gün dolar vademiz orası muamma/O zaman kaçırmadan treni yakalamalı mutlaka/O zaman alıp göze her şeyi yaşamalı doyasıya/O zaman kaçırmadan treni yakalamalı mutlaka/O zaman alıp göze her şeyi yaşamalı doyasıya/Çalkala gitsin o dertleri, çalkala/Kopsun kıyamet kopacaksa
Boşu boşuna hiç enseyi de karartma/Su akar, yolunu bulur nasıl olsa…….
Hayatın belirsizliğini, zamanın geçiciliğini anlatan bu şarkı sözleriyle başladım güne. Hayatın bir akışı olduğu ve kendi akışında ilerlediğini her şeyin zamanla yoluna gireceğini anlattığını düşündüğüm bu cümleler Hakan Mengüç’ün kitabından bir paragrafı düşürdü aklıma. Her zaman yaptığım gibi notlarımın içine almışım. Mengüç, o paragrafta şöyle diyordu; Geçmişle barışmak, olan biteni olduğu haliyle yargılamadan kabullenebilmek, kaderle barış imzalamak özgürleşmeye kırılan dümenler değil de neydi? Zaman içinde anladım ki kaçmak, kurtulmak, reddetmek, silmek inkâr etmek diye bir şey yok olmamalı… Olanla barışmak diye bir şey var, kaderle iş birliği yapmak diye bir şey var… İnsan ancak iş birliği yaptığı bir kaderle yol alırken öğrenebiliyordu gerçekte kim olduğunu ve ne yapmak istediğini…
Kaderle iş birliği yapmak…Çok düşündüm bu cümlenin anlamı üzerine. Ben fark etmeden ve bilmeden kaderle iş birliği yapmıştım defalarca. Olanla barıştım, çok kez inkâra da sapmadım.
Kaderle iş birliği yapmak, hayatımızda karşılaştığımız zorlukları ya da fırsatları kabul etmek daha anlamlı bir yaşam sürmemizi sağlayabilir aslında, bunu da uzunca bir süredir kabuldeyim. Evet biliyorum ki yaşanan hiçbir mutluluk ve hiçbir keder nedensiz yaşanmıyor. Hatta örneklemek gerekirse, ben bu yaşanmışlıkları uzun bir yolculuğa çıkarken yanımıza aldığımız, içi dolu valizlerimiz gibi düşünüyorum. Uzun süredir, yaşanmışlıklarım zaman zaman içini açıp kullanacağım valizimde ki eşyalar gibi örneğin. Geride bıraktığım süreçte ki deneyimlerim, iyi ya da kötü diye adlandırdığım anılarım hiç eskimiyor, atılmıyor, katlanıp kaldırılmıyor ve gerektiğinde de açıp açıp kullanılıyor. İnsanlar, iyi ve art niyetliler, kıskançlar ve kıskanç olmayanlar, hırsına yenik düşenler ya da hiç hırsları olmayanlar, görmüşler, görmemişler, empati kurabilenler hiç kuramayanlar, yalancılar ve doğrudan şaşmayanlar, sevgililer, sevgisizler, şefkatliler, şefkatsizler, taklitçiler ve özgünler, kuyu kazanlar, kuyudan çıkaranlar gibi gibi… Zıtlıklarıyla birçok insan ve kavram heybemde oluyor her daim. Ben hemen hepsinin, geçte olsa bana bir şeyler öğretmek için başıma geldiklerini ve yoluma çıktıklarını düşünüyorum aslında. Verdikleri duyguyu yaşıyorum, yaşattıklarını kabul ediyorum ve sonrasında duyguları ait oldukları yerlere bırakıyorum. Hiçbir insan, madde ve mananın hayatımıza nedensiz girmiyor olduğunu çok iyi biliyorum artık. Sınavımız olanlar, öğretilerle gelenler, ders verenler, feyz aldıklarımız, sabır gösterdiklerimiz ve bize sabır gösterenler falan bunların her biri bize, yaşam sürecimize hizmet ettiler ve ediyorlar aslında…
Ve bende Tarkan’ın o ritmi gibi sözleri de güzel olan parçasında ki gibi diyorum ki;
Çalkala gitsin o dertleri, çalkala/Kopsun kıyamet kopacaksa
Boşu boşuna hiç enseyi de karartma/Su akar, yolunu bulur nasıl olsa…….