Eskiden, Merhum Arvasi’nin tanımlamasıyla, yeryüzünde iki sömürgeci blok vardı.
Biri kara renkli kapitalist emperyalizm, diğeri ise bütün fraksiyonu ile kızıl emperyalizm.
Birincisi, çok uluslu şirketlerin paravanasında, az gelişmiş veya gelişmekte olan halklara yardım etmek, özgürlük ve uygarlık götürmek maskesi altında, ikincisi de ezilen, sömürülen halklara bağımsızlık, özgürlük ve adalet götürmek maskesi altında iç savaşlar çıkarır, yardım bahanesi ile asker gönderip işgalini gerçekleştirirdi.
O zamanlar iki blok arasında tercih yapma, pazarlık gücünü arttırma, bak ona giderim ha deme şansınız vardı, o da kalmadı...
Artık tek bir patron var; ABD…
Gördük işte, Rusya’ya sırtını dayayan Suriye ancak 10 yıl direnebildi.
Artık ABD rakipsiz ve dolayısıyla pervasız bir şekilde, komik gerekçelerle, sudan ucuz bahanelerle saldırıyor ve yutuyor.
Irak mesela…
Gerekçe şuydu; Saddam, kimyasal silah üretiyor!
İş ve işgal bittikten sonra ABD Başkanı Oğul Bush’a, canlı yayında gazeteci soruyor; Kimyasal silahlar nerede?
Oğul Bush kahkahalar atarak masanın altına eğiliyor, şuralarda bir yerlerde olmalı, durun bakayım esprisi yapıyordu.
Mesela Libya…
Dediğim gibi bombalanmaya başlamadan önce sudan ucuz bahaneler bombardımanı başlamıştı.
Küresel medya, Kaddafi kendi halkına ateş açıyor, siviller katlediliyor, katliam gırla gidiyor, Kaddafi eli kanlı bir diktatör, Kaddafi bıraksın artık, Libya halkı özgürleşsin, diye kamuoyunu oluşturuyordu.
Profesyonel asker ajan ve provokatörlerin yönettiği sözde insan hakları dernekleri, insan hakları namına ve sözde Libya halkı adına, Libya’daki katliamın durması için, dönemin ABD Başkanı Obama’ya, AB Yüksek Temsilcisine ve BM Genel Sekreteri’ne ‘gelin bizi kurtarın’ mektupları gönderiyordu.
Haliyle, az gelişmiş veya gelişmekte olan halklara yardım etmek, diktatoryal rejimleri devirip halklara demokrasi, özgürlük ve uygarlık götürmekle görevli ABD, ABD güdümlü NATO ve BM, sözde insanlık namına Libya’yı kurtarıp, Libyalılara teslim ettiler.
‘Libya diktatöründen kurtuldu’ diye sevinç naraları atanların aklına şu soru hiç gelmedi; Öyle ya yahu tek diktatör Kaddafi miydi koca dünyada?
Daha da beterleri ABD tarafından itibar görüp, Beyaz Saray’da ağırlanmıyor muydu?
Kaddafi’den sonra gözlerini Esat’a çevirdiklerinde de bu soruyu sormak kimsenin aklına gelmedi.
Çok yazdık; ABD çıkarlarına hizmet ettiği müddetçe, ABD için hangi ülkenin, hangi rejimle ve hangi diktatör tarafından yönetildiğinin hiç önemi yoktur.
O iddialar, o demokrasi ve insan hakları söylemleri paravan ve gerekçedir.
Oğul Bush gibi, masanın altında gerekçe ararlar ve dalgalarını geçerler.
Nitekim, Libya İnsan Hakları Derneği, Libya’nın bombalanması için üretilen yalanların hiçbirini ispatlayamadı.
Ama sonra yaşananların her biri şahitli ve ispatlıydı. Küresel çetenin düğmeye bastığı Libya’ya bombalar yağdı, 50 bin insan öldü.
Libya’nın doğal gazı ve petrolüne çeteler üşüştü.
İngiliz Shell, BP, Fransız ve İtalyan petrol şirketleri, öte yandan ABD şirketleri leş misali üşüştüler.
Paylaşımda sıkıntı olunca, herkes haddini ve hakkını bilsin diye Libya’yı ikiye böldüler.
Şimdi bunları niye anlatıyorum? Ders çıkarmasını, tedbir almasını bilmiyoruz da ondan…
Banu Avar, yıllardır ‘Hedef Ülke Türkiye’ diyor.
BOP zincirinin son halkasının Türkiye olduğunu, projenin mimarları da açık açık işaret ediyor.
Görünen köy de kılavuz istemiyor ayrıca…
Banu Avar, İnsan Hakları adı altındaki teşkilatlar medya ile birlikte paylaşım savaşının işaret fişeğini atıyor diyor ve ekliyor;
“Hedef bölge Güneydoğu Anadolu’da yüzlerce ajan gözetimli sözde sivil örgüt ardı ardına toplantılar yapıyor.
Bunların alayı insan hakları dernekleriyle ve ABD Milli Demokrasi Fonu (NED) ile bağlantılı.
Her toplantıda, çocukların, kadınların, ezilen etnik ve dini grupların hakları ve hukukları tartışılıyor, baskıcı Türkiye Cumhuriyeti kınanıyor, küresel medya öyle bir çalkalıyor ki, dalga dalga tüm dünyaya yayılıyor.
Haliyle kayda alınıyor, ki zamanı gelince sivil örümcek ağı harekete geçecek, BM’ye başvuru yapılacak...”
Yani işgalin gerekçesi hazırlanıyor…
Hadi canım sen de diyebiliyor musunuz?
Kendinizi ve ülkenizi güvende hissedebiliyor musunuz?