Üniversite bağlantılı bir üst düzey muhafazakar bürokrattan bizzat kulaklarımla duymuştum; “Bizimkiler para, kadın ve makamla olan sınavlarını kaybettiler” demiş ve üniversite özelinde “öyle şeyler gördüm ki, solculardan, sosyal demokratlardan görmediğim, duymadığım şeyler yani onlar bu manada bizimkilerden daha namuslu ve daha dürüst” diye hayıflanmıştı.
Benzeri sitem ve eleştiriler, uyarı babından muhafazakar yazarlardan da geliyor.
Sayıları az da olsa, bu ülkede “Ne oldu bize”, “Hani nerede Müslüman ahlakı”, “Sınavı kaybettik”, “Paraya, makama teslim olduk”, “Davadan uzaklaştık”, “Çürüyoruz”, “Ahlaki üstünlüğümüzü yitirdik”, “Böyle mi olacaktık?” diye dertlenen Siyasal İslamcı ve muhafazakarlar da var.
Örneğin Merhum Mehmet Şevki Eygi, sık sık uyarırdı;
“Siyasal İslam yükselirken din geriliyor. Onların dinleri para, kıbleleri karıdır şeklinde tarif edilen bir güruh dehşet saçıyor. Şimdi biri kalkıp itiraz etse; Yahu bu kadar karamsar olma be, yüz bin minareden avaz avaz 100 desibel ezan okunuyor ya… Lüks, israflı, açık büfeli, ihtişamlı umreler yapılıyor ya… Kehkeşan Hoca bir milyonluk lüks arabayla geziyor ya… Binlerce İmam lisesi açıldı ya… Bunları dinin ilerlemesi sanan geri zekalının beynine limon sıkmak lazım.
Din öyle ilerlemez, geriler.
Din, gerçek dindarlıkla, ilimle, irfanla, hikmetle, ferasetle, marifetle, bildiğini hayata uygulamakla yükselir.”
Medeniyet Vakfı’ndan yazar Kazım Sağlam da eleştirileri gören ve hatta eleştirenlerden bir tanesi;
“Olana da gözümüzü kapatamayız. Ama bunun nedenine inmemiz lazım. Hayat İslami açıdan bir imtihan alanıdır. Allah bizi neyle isterse onla imtihan ediyor. Bazen bir baskı ortamı gelir onunla imtihan eder, bazen böyle rahat bir ortam gelir onunla imtihan eder. Burada aslolan özne olarak bizim her şartta kendimizi yenileyebilmemiz. Müslümanca kalarak hayat sürmemizle alakalı. Demek ki bizim bilgilenme, ahlaklanma biçimimiz, eğitimimiz eksikmiş. Bugünkü şartlara karşı imtihanı iyi veremiyoruz. Bir de böyle dönemlerde imtihan daha çok birebir oluyor, kişiselleşiyor. Bugün kişisel olan, ferdi olan, artık vicdanınızla, ahlakınızla, erdeminizle baş başasınız, birebir imtihandasınız. Mal mülkü yeni bulduk, makam mevki sahibi yeni olduk, iltifat da edildi… Bu da bir imtihandır. İktidar olmayı çok abarttık. Erke çok susamıştık ve her şeyin iktidarla halledebileceğine inandık. Ama gördük ki öyle değilmiş. Anlaşılan çok donanımlı değilmişiz.”
Muhafazakar yazar Levent Gültekin ise, “Dindarmış gibi görünen adamların zaafları yüzünden Müslümanlara zarar veriliyor” diyor ve ekliyor;
“Evet. Bizde yılların açlığı vardı. Para, kadın, makam bir anda başını döndürdü birilerinin. Bir de bizimkiler acemi bu işlerde, yerken üstlerine başlarına döküyorlar. Daha yeni öğreniyorlar.
Bu iş bulaşıcı bir hastalık gibi yayılıyor. ‘Deme derim’e dönüyor. Kimi alkol kumar gidiyor, kimi garsoniyerlerle yetiniyor. Gizli nikâhlarla garsoniyer, rezidans hayatı yaşıyor. Aslında bu işlere yanaşmayacaksın. Bu şeytan üçgenine girince, bir ucundan başladın mı, ötekileri peşinden gelir. Bu âlemde gerçek bir dostluk da yoktur. Tehdit, şantaj, dedikodu, gıybet… Bu âlemde siyasetçi, işadamı, bürokrat, sanatçı, gazeteci, akademisyen, herkes var.”
Levent Gültekin’nin tarifiyle, başı dönenlerden biri de bizim rektör olmalı ki göreve geldiğinden bu yana oturduğu lojmana 3 kere tadilat yaptırdı. İlk ikisi hakkında bir fikrim yok ama son tadilatın, bu fakir millete 180 bin liraya patladığı konuşuluyor.
Rektör hatırladığım kadarıyla 2018 Temmuz’da atandı. Şunun şurasında 2 yıl 2 aylık bir rektör. Arkadaş, lojman diye enkaz mı devraldın? Hadi ilkinde enkazı giderdin diyelim, ikincisi nereden çıktı? Neyini beğenmedin? Ya da ne çabuk eskittin de üçüncüsüne ihtiyaç duydun?
Bunun ihtiyaçla falan alakasının olduğunu sanmıyorum. Galiba bizim rektör de dünyada bütün muhafazakarların tutulduğu ‘şatafat ve saltanat hastalığı’na yakalanmış. Ben başka türlü bir izah bulamıyorum. Kendisinin bir açıklaması, bir gerekçesi varsa bu köşeden seve seve paylaşırım.
Bu arada bu vesile ile öğrenmiş olduk meğerse bir tane değil, rektör beyin iki lojmanı varmış. Hani bir yazlığım bir kışlığım misali, birinde sürekli otururken diğerini sayfiye niyetine kullanıyor, aile efradını ve misafirlerini ağırlıyormuş. Harika!
Anlaşılan o ki bizim rektör bey de ‘itibardan tasarruf olmaz’ diyenlerden…
O da makam odası, lojmanı, makam aracı ile itibar arttırdığını düşünenlerden…
Dolayısıyla o da yakında, ‘ayranı yok içmeye ama tahtırevanla gider tuvalete’ şeklinde tanımlanan dindar ülke yöneticileri gibi ‘bütün üniversiteler bizi kıskanıyor’ demeye başlarsa şaşırmam.
Gerçekten de bu ‘şatafat ve saltanat hastalığı’ dindar kesime has bir rahatsızlık…
Oysa ‘din’ öyle demiyor, uyarıyor;
Allah Resûlü, ‘Mala ve mevkiye düşkün bir kişinin dinine verdiği zarar, bir koyun sürüsünün içine salıverilmiş iki aç kurdun o sürüye verdiği zarardan daha az değildir’ buyuruyor.
Evet, mukaddes dinimiz her türlü sözde dindarların hal ve tavırlarından dolayı zarar görüyor.
Kişinin dini beni zerre ilgilendirmez ama mensubu olduğum dine verilen her türlü zarar her Müslüman kadar beni de ilgilendiriyor.
Keşke bu tür arkadaşlar “Din, gerçek dindarlıkla, ilimle, irfanla, hikmetle, ferasetle, marifetle, bildiğini hayata uygulamakla yükselir” aksi olunca da, günümüzdeki gibi deizm, ateizm artar ve hüküm sahibi Allah ‘dindarlık kisvesi altında dine her türlü zarar verenlerden hesabını sorar’ gerçeğini bir an önce görebilseler de hayatlarına çeki düzen verseler.
Ya da milletin yakasından düşseler…