RTÜK TELE1’e 3 günlük ekran karartma cezası kesmiş,

Bana ne? Ben Komünist miyim?

RTÜK HALKTV’ye yayın durdurma cezası vermiş.

Beni ilgilendirmez, CeHaPe’liler düşünsün! misin?

Diyarbakır’da gazeteciler tutuklandı.

Onlar gazeteci değil PKK’lı, çeksinler cezalarını!

Osman Kavala’yı Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi kararına rağmen salmıyorlar.

İttir et, Sorosçu çocuğunun teki o, vatan haini!

Aysel Tuğluk nihayet hastalığı sebebiyle tahliye edilmiş.

Gebersin, niye salıyorlar ki teröristi, bırak hücrede çürüsün

Bu ve benzeri diyalogları uzatmak mümkün, çünkü binlerce örneği var.

Biz kısa kesip meramımıza gelelim…

Kişi ve kurumları -hele ki hukuk karşısında- kim olduklarına göre, nereli olduklarına göre, hangi ideolojiye mensup olduklarına göre değerlendiremeyiz, değerlendirmemeliyiz eğer insansak…

Ama biz, önce Ülkücü sonra insan, önce Devrimci sonra insan, önce falan partili sonra insan, önce falan etnik kökenli sonra insan olduğumuz için pek çok mesele karşısında insani, vicdani ve hukuki düşünemiyoruz.

İşte bu insanlığımızın dahi önüne geçtiği farklılıklarımız sebebiyle de asırlar birbirimizle tokuşturuluyoruz.

Biz bu sebeplerle tokuşurken de filler dövüşür çimler ezilir misali eziliyor, gün yüzü göremiyoruz.

Bizim bu tokuşturulmamızın bu vatan için vakit, nakit ve en önemlisi de insan kaybımız da cabası…

Ve haliyle bizi tokuşturanların -gerek iktidarlar gerekse dış düşmanlar boyutunda- ihya olmaları…

Oysa insanların tokuşturulup en kanlı diktatörlerin nasıl sömürüldüğüne dair yüzlerce örnek ve tarihten alınacak ibret var.

Mesela Hitler Dönemi; Önce Yahudiler için geldiler, Sesimi çıkarmadım, çünkü ben Yahudi değildim Sonra komünistler icin geldiler, Sesimi çıkarmadım çünkü komünist değildim. Sonra sendikacılar için geldiler, sendıkacı olmadığım için yine sesimi çıkarmadım

Sonra benim için geldiler Ses çıkaracak kimse kalmamıştı...” diyen Alman Papaz Pastor Nie Moeller.

Mesela ülkemizde mülteci durumuna düşen Suriyeli kağıt toplayıcısı gençlerin şu sözü;

“Biz Suriye’de önyargılı yaşıyorduk. Birbirimize tahammülümüz kalmamıştı. Suriyeliler  arasındaki fay hatları  patlama noktasına gelmişti. Şiiler, iktidar olduğu için kimseyi beğenmiyor, Sünniler, çoğunluk benim diye herkese tepeden bakıyor, Hristiyan zengin olduğu için kürdü ezmeye çalışıyor, Arab’ı başka, Türkmen’i başka konuşuyordu. Herkes herkesi beğenmeyip aşağılıyor, sosyal medyada karşılıklı incitici, hakaret edici paylaşımların önü alınamıyordu. Herkes, herkesten uzaklaşıyor, en iyinin kendisi olduğuna inanıyor, başkasını kabullenmiyordu. Hepimiz, en ahlaklı, en namuslu, en dindar kendimizi sanıyorduk. Sonunda ülkemiz paramparça oldu ve Sünnisi, Şiisi, Arabı, Kürdü, Türkmeni birleştik. Ama nerede biliyor musunuz, Gaziantep Çöplüğünde. Çöp toplarken artık tartışmıyoruz, yani birlikte yaşamayı çöplüğe düşünce öğrendik. Ama üzerinde yaşadığımız topraklar artık bize uzak…”

Ve şu malum hikaye;

Aslan sürüsünün göz koyduğu ama bir türlü de ele geçiremediği bir öküz sürüsü varmış.

Aslanlar ne zaman sürüden bir öküzü avlamaya kalksalar sürünün bütün öküzleri bir araya gelir, aslanlara asla geçit vermezmiş.

Gel zaman git zaman, öküzleri avlayamayan aslanlar zayıf düşmeye başlamışlar.

Öyle olunca da hemen bir semirme planı yapmışlar.

Buna göre;

Topal aslan, yanına iki arkadaşını daha almış ve elindeki beyaz bayrağı sallayarak elçi olarak öküzlerle konuşmaya gitmiş.

Öküzlere, ziyaretinin nedeninin "Özür dilemek" olduğunu, bundan sonra "Barış içinde" yaşamak istediklerini, ancak sürüdeki "Sarı Öküz"ün akıllarını başlarından alan renginin buna mani olduğunu anlattıktan sonra demiş ki; Verin kurtulun. Yine barış içinde yaşayalım.

Benekli Öküz, bunun bir tuzak olduğunu söylese de kimseye dinletememiş; öküzler, "kurtulma" umuduyla Sarı Öküz'ü arslan sürüsüne vermişler.

Aradan biraz zaman geçtikten sonra aslanlar bir kere daha ziyaret etmişler öküzleri.

Bu defa "Sarı Öküz"ün verilmesine razı gelen "Uzun Kuyruklu Öküz"müş hedefleri:

Siz hepiniz normal kuyruklusunuz. Ama şu uzun kuyruklu arkadaşınız var ya… Ne zaman kuyruğunu sallasa gözümüze batıyor ve aklımızı başımızdan alıyor. Onu da verin de barışımız bozulmasın.

Benekli Öküz yine karşı çıkmış ama nafile…

Öküzler, böyle yaparlarsa kendilerini kurtarabileceklerini zannederek Uzun Kuyruk'u da feda etmişler aslan sürüsüne.

Yetmemiş tabii…

Aslanlar, karınları acıktıkça başka bir gerekçeyle istedikleri öküzleri "yemeye" devam etmişler sürüden…

Sonunda öküz sürüsü zayıflamış; artık saldırılara karşı bir araya gelseler bile aslanları durduracak güçleri kalmamış. Aslanlar da küstahlaşmış. Hiçbir mazerete sığınmadan, tehditle almaya başlamışlar iştahlarını kabartan öküzleri.

Ancak, sürüden geriye kalan birkaç öküz kalınca… "Biz güçlü bir sürüydük… Ne oldu da bu hale geldik" diye ağlamaya başladıklarında Benekli Öküz'ün uyarısını hatırlamış sürünün lideri.

"Biz" demiş; "Sarı Öküz'ü verdiğimiz gün kaybettik."

Dostlara tavsiyem, gelin Sarı Öküz’ü vermeyelim.

Gelin Alman Papaz durumuna düşüp ülkemizi despotlara teslim etmeyelim.

Gelin gündemi, hayatı ve olayları değerlendirirken, dün kendi ülkelerinde farklılıklarını öne sürüp birbirlerini yiyen ama bugün ancak başka ülkelerin çöplüklerinde müştereklerinde buluşan Suriyeliler gibi olmayalım.