Bizim yerliler Atatürk’ü sevmiyor malumunuz!
Anıtkabir’e gidişleri, milli bayramlarda ismini anışları hep kerhen!
Bizim Diyanet de öyle…
Çok zor durumda kaldığında ismini telaffuz ediyorsa da hutbelerde çaktırmadan lanet okuyabiliyor.
Mesela, Diyanet İşleri Başkanı Ali Erbaş, Ayasofya'daki ilk cuma hutbesinde elinde bir kılıçla “Vakıf mallarına, vakfiyelere dokunanlar yanar, lanetlenir” derken aslında Atatürk’e laf sokmanın derin hazzını yaşayabiliyor.
Atatürk’ün kurduğu Cumhuriyette, Atatürk’ün kurtardığı İstanbul’da, Atatürk’ün kurduğu Diyanet’in başkanı sıfatıyla, isim vermeden Atatürk’ü lanetleyebiliyor bu ülkede…
Geçtiğimiz Cuma hutbesinde, 29 Ekim arifesinde bile lütfedip Atatürk’ün adını ağızlarına almadılar.
Birbirimizi kandırmayalım mevcut iktidarın lügatinde Atatürk’e yer yok.
Bunun binlerce örneğini gördük, yaşadık.
Bir de Emperyalistler sevmez Atatürk’ü…
Niye sevsinler ki? Atatürk önderliğindeki Türk Kurtuluş Savaşı bizzat Emperyalistler tarafından ezilen, sömürülen mazlum milletlere yol gösterici olmuştu.
Atatürk, her şeyden evvel yeryüzünün bütün mazlum, mağdur milletlerine ‘kalk borusunu’ çalan ve onlara tam kurtuluş yolunu gösteren bir hürriyet ve istiklal örneğiydi.
Atatürk, kazandığı zaferlerle ezilen, sömürülen milletlerde öyle büyük bir heyecan uyandırdı ki, Prof. Dr. Mohammed Sadıq'ın ifadesiyle “Sömürge yönetimleri altında ezilen herkese ilham verdi. Asya ve Afrika'da büyük bir uyanışın habercisi oldu; Türkiye'nin kurtuluş hareketi, sömürgeciliğin ölüm çanını çaldı.”
Gandi’nin ifadesiyle Atatürk, Biz bir Asya memleketinin kapitalist bir devlet hâkimiyetinden tamamıyla kurtulup bağımsız olacağını düşünmezdik. Bizim parolamız otonomi idi. Böyle bir memleketin, kapitalist bir devlet değil, bütün devletler hâkimiyetinden kurtulup tamamıyla bağımsız olabileceğini Atatürk ispat etti. Bizi, bağımsızlığımıza kavuşabileceğimize inandırandı.
Hindistan Bağımsızlık Savaşı önderlerinden Pandit Jawaharlal Nehru gözünde Atatürk; Mustafa Kemal’in Yunanlara karşı zaferini duyunca ne büyük bir neşeyle kutlamıştık! Şimdi hatırlıyorum: Pek çoğumuz Lucknov District Goal Hapishanesi'ndeydik. Türk zaferini, hapishane barakalarını süsleyerek kutlamış, hatta o gece ışıklandırmaya bile girişmiştik. Mustafa Kemal Paşa, gençlik günlerimde benim kahramanımdı… Onun en büyük hayranları arasında bulunmaya devam ediyorum. Atatürk, sadece emperyalizme karşı kurtuluş savaşları çağını açan lider değil, aynı zamanda yaptığı toplumsal devrimlerle “Doğu'da modern çağın yapıcısıydı…
Dolayısıyla Emperyalistlerin Atatürksüz Türkiye Cumhuriyeti hayali kurmaları gayet doğaldır.
Bu hayal olarak kalmamış, tez olarak sunulmuş, kabul görmüş, üzerinde çalışılmış bir plandır.
Aynı zamanda ABD’nin Büyük Ortadoğu Projesi (BOP) olarak bilinen bu projesinin de bir parçasıdır.
Bu sebeple Türkiye’ye Ilımlı İslam Modeli dayattılar.
İktidarda da Atatürk’e mesafeli birileri olunca epey yol aldılar.
Gerçi mesela en son 20 Ekim’de yaşanan coşkuyu görünce duvara tosladıklarını görüyoruz ama bu bizleri gevşetmesin. Gevşetmesin çünkü Emperyalistlerin ve yerli işbirlikçileri var oldukça bize rahat yok.
Fikret Bila geçtiğimiz günlerde konuyu işledi. Biraz alıntılarla meramımızı pekiştireyim;
Türkiye’nin, Rusya’nın Lenin’i reddetmesi gibi Atatürk’ü reddetmesini, laikliği terk etmesini işleyen tezin sahibi ABD’li yazar Samuel P. Huntington’dır.
Bu tezi ve önerisinde de yalnız değildir.
Türkiye’nin Atatürk’ü ve laik yapısını terk edip İslam ülkesine dönüşmesini isteyenlerden biri de Fethullah Gülen'e yeşil kart için referans olan CIA'nın istasyon şefi Graham Fuller’dir.
Huntington ve Fuller’in neden “Atatürksüz bir Türkiye” istediklerini detayıyla kavramak için Prof. Dr. Bülent Şener’in, 21. Yüzyıl Ensitüsü’nün sitesinde yayımlanan “Bölünmüş ve Kararsız Ülke: Huntington’un Türkiye Paradigması ve Erdoğan Catonizmi Üzerine Düşünceler” başlıklı incelemesi okunabilir.
Huntington’un tezi ve önerisi, Türkiye’nin İslam dünyasına liderlik yapacak bir devlet olması bunun için laikliği, Atatürk’ü reddederek Güney Afrika rolünü üstlenmesi.
Huntington, “Türkiye, Güney Afrika olmalıdır” önerisini şöyle izah ediyor:
“Türkiye’nin Müslüman ülkeler arasında benzersiz bir yeri vardır. Türkiye’nin sonuçta bir ‘Güney Afrika’ rolü kotarması hiç de mantık dışı değildir: Güney Afrika’nın ırk ayrımcılığını ilga etmesi gibi, Türkiye de kendine yabancı olduğu gerekçesiyle laikliği kaldırıp, kendi medeniyet kümesinde bir parya konumundan çıkarak bu medeniyetin lideri haline gelebilir. Güney Afrika, Hıristiyanlıkta Batı’nın iyi ve kötü yanlarını ve ırk ayrımcılığını yaşayıp gördükten sonra, Afrika’ya liderlik etme vasfını özellikle kazandı. Laiklik ve demokraside Batı’nın iyi ve kötü yanlarını yaşayıp görmüş olan Türkiye de en az onun kadar, İslam’a liderlik etme vasfını kazanmış olabilir. Ama bunu yapabilmek için Atatürk’ün mirasını, Rusya’nın Lenin’in mirasını reddedişinden daha eksiksiz bir şekilde reddetmek zorunda kalacaktır. Böyle bir hamle aynı zamanda, Atatürk kalibresinde bir lideri, Türkiye’yi bölünmüş ülke olmaktan çıkarıp, çekirdek bir devlet haline getirmek için gerekli siyasal ve dinsel meşruluğu kendisinde toplamış olan bir lideri gerektirir.”
Huntington’un ve Fuller’in önerileri iktidarın iddialarına ve hedeflerine çok uzak değil.
Ancak bu önerilerin Türkiye’de halk nezdinde bir karşılığı olmadığı, iktidar Atatürk’ten uzaklaştıkça halkın Atatürk’e ve laiklik ilkesine daha çok sahip çıktığı gerçeği var.
Bu projenin Arap Baharıyla birlikte tarihe gömüldüğü ve milletin Atatürk’ü reddetmediği, aksine sahiplendiği 29 Ekim kutlamalarında bir kez daha bütün dünyaya gösterilmiş oldu.
Yine de dikkatli ve uyanık olmak lazım çünkü bunların hesabı da kitabı da bitmez…