Dün 16 Mart Öğretmen Okulların kurulmasının yıldönümüydü. Yoğun günden dolayısıyla bugün ele alalım.
Sendika başkanlığım döneminde bir toplantıya katıldım. Tarih 16 Mart ve konu Öğretmen Okullarının açılmasının yıldönümüydü.
Protokolde konuşma sırası bana gelince kısa bir konuşma yaptım;
“Neden buradayız? 16 Mart Öğretmen Okullarının açılmasının yıldönümünü kutlamak üzere…
Peki, bu okullar şu an faaliyette mi? Değil.
Neden? Çünkü kapattık.
Neden kapattık? Belli ki bir faydası yok ki ondan.
Peki bugün burada neyi anıyoruz? Öğretmen Okulların açılışının yıldönümünü.
İyi de kapattığımız okulların yıl dönümünü kutlamak biraz abes değil mi?
Öyle ya yararlıyla neden kapattık diye üzülmemiz, yok efendim zararlıysa kapattık diye sevinmemiz gerekmiyor mu?
Bir dahaki toplantıya kadar karar verin; Ya kapattık diye kutlayalım ya da bu anma toplantısını yapmayalım.”
Bir daha da bu toplantıya katılmadım nitekim daha sonra da tedavülden kaldırıldı.
Evet, dün 16 Mart’tı, Öğretmen Okullarının Kuruluş Yıldönümü…
Halen anan varsa aklına şaşarım. Ha, bir yürek yarası ve bir ihanetin anatomisini ortaya koymak babındansa saygı duyarım.
Türkiye’nin öğretmen yetiştirme efsanesi Köy Enstitüleriydi. Sonra Köy Öğretmen Okullarına, sonra Öğretmen Okullarına, sonra Öğretmen liselerine evrildi, çevrildi ve kapatıldı.
Neden Kapatıldı?
Kimine göre çağdaşlığı yakalamak için gerekliydi, kimine göre de “komün” hayatını teşvik ederek, ülkeye komünist rejimi getirmek için kurulmuştu.
Cumhuriyetin kurulduğu ilk yıllarda okuma yazma oranı yüzde 5'i geçmiyor ve nüfusun yüzde 80'i köylerde yaşıyordu. 1940 yılı itibariyle tarıma elverişli köylerde Köy Enstitüleri açıldı.
1960'ta Columbia Üniversitesi'nde "Türkiye'de Köy Enstitüleri" doktora tezini veren Fay Kirby (1926-1990), Köy Enstitüleri için "Türk toplumunun çağdaş bir toplum durumuna getirilmesinde bir kaldıraç olarak kullanma yolunda, ta II. Mahmut döneminde başlamış olan deneylerin art arda gelen başarısızlıklarından elde edilen deneyimlerinden sonra bulunmuş olan çıkar yoldur." der.
Bununla beraber, Sovyetler benzeri bir yapılanmaya gidildiği iddiasıyla büyük tartışma başlatıldı.
Dönemin Millî Eğitim Bakanı Hasan Âli Yücel, kendisinden önce köy eğitimine yönelik başlatılmış çalışmaların yeterli olmadığını görerek, Türk milletine özgü yepyeni eğitim kuruluşları ile köy eğitimi sorununu çözmek üzere 17 Nisan 1940’da “ziraat işlerine elverişli bulunan yerlerde, köy öğretmeni ve köye yarayan diğer meslek erbabını yetiştirmek” amacıyla, “Köy Enstitüleri” kurulması tasarısını Meclis’e getirdi. Tasarı, Meclis’te hararetli tartışmalara sahne oldu, 148 red oyuna karşılık 278 oyla tasarı kabul edildi.
17 Nisan 1940’da Köy Enstitüleri Kanunu”nun kabul edilmesiyle, 1937-1940 yılları arasında kurulmuş olan, Eskişehir-Çifteler, İzmir-Kızılçullu, KırklareliKepirtepe, Kastamonu-Gölköy Köy Öğretmen Okulları, “Köy Enstitüsü” adını aldılar. 1940 yılından itibaren sırayla, 1940’da Adana-Haruniye-Düziçi, İzmit-AdapazarıArifiye, Antalya-Aksu, Balıkesir-Savaştepe, Isparta-Gönen, Kars-Cılavuz, MalatyaAkçadağ, Kayseri-Pazarören, Samsun-Ladik-Akpınar, Trabzon-Beşikdüzü, 1941’de Konya-İvriz, 1942’de Sivas-Yıldızeli, Erzurum-Pulur, 1944’de Aydın-Ortaklar, Diyarbakır-Ergani-Dicle, 1948’de Van-Ernis Köy Enstitüleri olmak üzere 21 Köy Enstitüsü kuruldu
Öğretim süreleri en az beş yıl olan Enstitülere, tam devreli köy ilkokullarını bitirmiş sağlıklı ve yetenekli köy çocukları seçilerek alındı.
Köy Enstitüleri'nde eğitim görenler hem örgün eğitim aldı hem de tarım teknikleri konusunda bilgiler edindi. Böylece tarımda verimliliğin arttırılması planlandı.
Köy Enstitüleri'nin kendisine ait tarlası, bağı, besi hayvanları, arı kovanları ve atölyeleri vardı. Köy Enstitüleri'nde verilen derslerin yarısı temel örgün eğitim diğer yarısı ise uygulamalı eğitim konularıydı.
Araştırmalara göre; Köy Enstitüleri sayesinde 1940 ve 1946 yılları arası 15 bin dönüm tarla tarıma elverişli hale getirildi ve bu tarlalarda üretime başlandı, 750 bin fidan dikildi, 1200 dönüm bağ oluşturuldu, 150 büyük çaplı inşaat, 60 işlik, 210 öğretmen evi, 36 ambar ve depo, 48 ahır ve samanlık, 100 km yol, 16 su deposu, 12 tarım deposu, 20 uygulama okulu ve 12 elektrik santrali yapıldı.
Köy Enstitüleri, 1946 yılında Hasan Âli Yücel'in Millî Eğitim Bakanlığı görevinden ayrılmasına kadar işlev görmeye devam etti.
Hasan Âli Yücel'den sonra MillÎ Eğitim Bakanı olan Reşat Şemsettin Sirer Köy Enstitüleri'ni Köy Öğretmen Okulları'na dönüştürdü.
Marshall Yardımı için Köy Enstitülerinin kapatılması şartı sunuldu. İsmet İnönü, DP’nin ilk kapatılma teklifini reddetti, ikincisini onayladı. 27 Ocak 1954’de kapatıldı.
Köy Öğretmen Okulları da 27 Ocak 1954 tarihinde Demokrat Parti hükümeti tarafından kapatıldı.
Köy Enstitüleri'nin kapatılması bazı Köy Enstitüsü müdürlerince bir tür karşı devrim olarak nitelendirildi.
YÜCEL KAÇAR; NİTELİKLİ EĞİTİM ANCAK İYİ ÖĞRETMENLE MÜMKÜN!
Bu konuda Eğitim-Sen Sakarya Şube Başkanı Yücel Kaçar’dan bir değerlendirme istedim. Aktarayım;
“Osmanlı son döneminde de yeri vardı.
1838 yılında, II. Mahmut döneminde çocukların ‘rüşt’ (erginlik) yaşına kadar okuyabilmeleri için Ortaokul düzeyinde Rüştiyeler açılmış, çocuklar ergenlik yaşına kadar bu okullarda öğrenim görmüşlerdir.
16 Mart 1848 tarihinde Rüştiyelere öğretmen yetiştirmek üzere üç yıl süreli “Darül Muallimin-i Rüşdi” adını taşıyan okullar kurulmuştur.
İşte bu tarih, öğretmen okullarının ilk kuruluş tarihi olarak kabul edilmekte ve her yıl 16 Mart tarihi, öğretmen okullarının kuruluş yıldönümü olarak kutlanmaktadır.
1973 yılında yürürlüğe giren 1739 sayılı Milli Eğitim Temel Kanunun “öğretmenlerin yükseköğrenim görmeleri zorunluluğu” hükmünün ardından giderek aşındırılan Öğretmen okulları 12 Eylül darbesi sonrasında, 1982 yılında yürürlüğe giren 41 Sayılı K H. K. Öğretmen yetiştirme vasfını tamamen kaybetmiştir.
Günümüzde öğretmen yetiştirme konusundaki yetersizlikler, her geçen gün artan sorunlar, geçmişte öğretmen yetiştirme konusunda uygulanmış başarılı modelleri hatırlamaya, zaman zaman o modellere özlem duyulmasına neden olduğundan, öğretmen okullarının işlevlerinin ve kuruluş yıl dönümünün hatırlanması önemlidir ama anlayana...
Medreselere alternatif olarak kurulan Rüştiye mekteplerine modern anlamda öğretmen yetiştirmek için açılan Darülmuallimin’in, aradan 174 yıl geçmiş olmasına karşın, öğretmen okullarının Türkiye eğitim sistemi içindeki yerinin hala doldurulamadığı, hatta bu konuda geriye doğru gidiş yaşandığı görülmektedir.
Bugüne kadar eğitim sisteminde ‘eğitimde reform’ adı altında yapılan ve bilimsel eğitimden hızla uzaklaşılmasına ve eğitiminin niteliğinin bozulmasına neden olan yıkıcı adımların sonuçları günümüzde eğitimin bütün kademelerinde görülmektedir. Siyasi iktidarın okulöncesi ve ilkokul başta olmak üzere, eğitimin bütün kademelerinde ‘dini eğitim’ uygulamalarını arttırması, Diyanet İşleri Başkanlığı başta olmak üzere, dini vakıf ve derneklerle yapılan protokoller üzerinden okulların tarikat ve cemaatlerin temel faaliyet alanları haline getirilmesi, iktidarın eğitim sistemine yönelik yoğun siyasal-ideolojik kuşatmasının sonucudur.
Öğretmenlik mesleğinin uzun yıllar değerli ve saygı duyulan bir meslek olarak kabul edilmesinde öğretmen okullarının ve bu okullardaki eğitim felsefesinin payı büyüktür. Ancak özellikle geçtiğimiz 20 yıl içinde öğretmenlik mesleği ve eğitim emekçilerinin emeği daha önce hiç olmadığı kadar değersizleştirilmiş, eğitim emekçileri sık sık baskıya, tehdide ve şiddete maruz bırakılmıştır.
Dünyanın hiçbir ülkesinde öğretmenin ve öğretmenlik mesleğinin değerinin Türkiye’deki kadar düşmesine neden olan, öğretmenlerin emeğini yok sayan bir iktidar ve eğitim yönetimi görmek mümkün değildir.
15 Temmuz darbe girişimi sonrasında tüm öğretmen atamaları sözleşmeli yapılarak öğretmenler güvencesiz çalışmak durumunda kalmıştır.
Öğretmen alımlarının mülakatla yapılmaya başlanması ve güvenlik soruşturmaları nedeniyle yarım milyonu aşan ataması yapılmayan öğretmen sorunu sürmektedir. Öğretmen alımında, istihdamında ve idareci görevlendirmesinde liyakatin ortadan kaldırılması, kayırmacılığın, torpilin ve siyasi kadrolaşmanın önünü açmıştır.
Türkiye’de eğitimin ve öğretmen yetiştirme sisteminin yaratılmasında ve sürdürülmesinde önemli yerleri olan Öğretmen Okulları ve Köy Enstitüleri gibi deneyimlerin yarattığı değerleri savunmak, yaşadığımız tüm olumsuzluklara, haksızlıklara, hukuksuzluklara rağmen “Nitelikli eğitim için, nitelikli öğretmen” anlayışını hayata geçirmek, Eğitim Sen’in ve yüz binlerce eğitim ve bilim emekçisinin öncelikli görevleri arasındadır. Eğitim-Sen olarak, Öğretmen okullarının kuruluş yıldönümünü kutluyor, öğretmen okulları geleneğinin yarattığı değerleri savunmaya devam edeceğimizin bilinmesini istiyoruz. Eğitim sistemini siyasal-ideolojik ihtiyaçları doğrultusunda biçimlendirmek isteyen ve toplumsal yaşamın bütün alanlarının kuşatılmasına karşı mücadelemizi kesintisiz sürdürmeye devam edeceğiz.”
DURAN GÜLDEMİR’DEN BİR HATIRA VE BİR TESPİT
Öğretmen Okulu mezunlarından Duran Güldemir yazdı;
1970’li yıllarda görev yaptığım bir köy ilkokulunda yaşadığım bir olay bu okullarının kapatılışının kısa bir özetidir aslında. Bu öykü bütün çıplaklığı ile her şeyi açıkça gözler önüne sermektedir. Bir seçim öncesinde, köy muhtarlığını yakınındaki mezraya kaptırmamak için köye gelen bir grup gurbetçinin köylerindeki okulun kapanmasını istemeleri karşısında şaşkınlığımı gizleyememiştim. “Neden” diye sorduğumda verdikleri cevap şuydu, ne yazık ki: “Köyümüzde okuyan öğrencilerin çoğu göçer ailelerin çocukları. Bunlar okuyup ilerde işgüç, meslek sahibi olacaklar. Oysa bize, mala davara bakacak çoban; bağa bahçeye gidecek ırgat lazım.”
Bu insanlar, o çocukların çoban ya da ırgat olarak kalmalarını arzu etmelerinin yanında şundan da endişe duymaktaydılar: Belki bunlar okuyup ileride bir devlet dairesinde memur olarak, belki kendi köylerinde öğretmen olarak karşılarına çıkacak. Bu bencilce tedirginliğin içinde olanlar ne üzücüdür ki benzer kaygılarla hareket eden siyasilerden geri durmamışlardır.
Dağ başındaki o köylerde görev yapan o gencecik öğretmenler, Cumhuriyetin nimetlerinden yaralanmanın verdiği azim ve kararlılık içinde görevlerini sürdürürken şu gerçeği de bize haykırmışlardır. “Biz bu çileli yaşamın içinden gelmiş ırgatıyla işçisiyle göçeriyle konarıyla aynı toprağın insanıyız, dertlerimiz de sevinçlerimiz de aynı. Bunu çok iyi biliyorlardı. Çünkü, onların çoğu o dağ başlarındaki köylerin; o yolsuz, o susuz kasabalardaki insanların çocuklarıydı. Kaderleri ortaktı. Gittikleri köylerdeki o insanların yaşadıkları sıkıntıları da mutlulukları da iyi biliyorlardı. Yaşadıklarıyla öğrendiklerini harmanlayarak mutluluğu da sıkıntıları da paylaşma bilinci içinde hareket ediyorlardı.
Bugün, taşımalı eğitim adı altında kilometrelerce ötedeki okula gitmek zorunda bırakılan bu çocuklar kendi köylerinde yaşamanın çilesini çekmektedirler. Bu çocuklar bir an önce, doğup büyüdükleri o güzelim topraklardan kopup başka şehirlere gitmenin hayalini kurmaktadırlar. Ne yazık ki bu durum o çocukları, bağlarından bahçelerinden tarlalarından uzaklaştırmakta, yani soğutmaktadır. Kurtuluşu başka yerlerde aramalarına yol açmaktadır.
Övgüye değer daha birçok yönüyle anlatılmayı hak eden bu okullar ne yazık ki tıpkı Köy Enstitüleri gibi hep anılarda kaldı. Elbette bu yazımda öğretmen okullarını Köy Enstitüleri ile kıyaslamak gibi bir düşünce içinde değilim ama bugünden düne şöyle bir baktığımızda bu okulların, toplum hayatında önemli bir yeri olduğunu bugün daha iyi görmekteyiz. “Ben Köy Enstitülerinin tozunu yutmuşum” diyen Köy Enstitülü öğretmenimin bu sözünden yola çıkarak, ben de “Öğretmen Okullarının tozunu yutmuş” biri olarak, şunu vurgulamak istiyorum: Günümüzde öğretmen yetiştiren tüm okullar, geçmişin bu başarılı deneyimlerinden yararlanarak çağın koşullarına uygun bir biçimde yeniden düzenlenmelidir.
Son birkaç yıldır yaşadığımız sıkıntılar bize her şeyi çok iyi anlatıyor. Çağın gerisinde kalmanın yolu da çağdaş olmanın yolu da eğitimden geçiyor. Bunun bir başka yolu yok çünkü.