Adalet arayışından başka bir derdi olmayanların, benzeri cinayetler yüzünden karanlık bir Türkiye’de uyanmak istemeyenlerin, farklı ideolojilerden insanların Türkiye’nin kaderinin örüleceği bir dava olarak gördüğü Sinan Ateş cinayeti davası başladı.

Adalet mülkün temeli ise eğer ve adaletsizlik herkesi ilgilendiriyorsa, geniş toplum kesimlerinin bu davaya ilgi duyması gayet doğaldı.

Dolayısıyla, adalet sağlayıcı devletin bu davaya bakışı, mahkemenin tavrı bu ülkede yaşayan ve yaşayacak olan herkesi ilgilendirir.

Bu ilgiyi ‘bu dava üzerinden bizi yıpratmak istiyorlar, bu davayı bize karşı kullanıyorlar’ diye düşününler var. Hatta bu iddia üzerinden davanın seyrini değiştirmeye, karar vericiler üzerinde baskı oluşturmaya çalışanlar var.

Zaten durumu zorlaştıran da bu tavır…

Adaletin tecellisinden başka derdi olmayan insanların bu davaya yoğunlaşmasının da sebebi bu.

Yoksa, normal şartlarda, normal bir demokratik hukuk devletinde bunca insan neden vaktini, nakdini ve bütün enerjisini bu davaya harcasın ki?

Normal şartlarda olsak neler olurdu?

Mağdur aile kapı kapı dolaşarak adaletin tecellisi için destek aramak zorunda kalmazdı.

Başta aile ve yakınları olmak üzere hiç kimse yargının bir partinin emrinde olduğu endişesine kapılmazdı.

Hiç kimse bu dava iktidar ittifakının ortakları arasında pazarlık konusu yapılıyor fikrine kapılmaz, gider evinde oturur, mahkemenin sonuçlanmasını beklerdi.

Normal şartlarda olsaydık, cinayetle ilişkilendirilen parti veya kurumlar, iddianamede adı geçen herkesi kapının önüne koyar, eskiden olduğu gibi ‘gidin aklanın, sonra gelin’ derdi.

Davayla ilgilenmesi her şeyden önce kamusal görev olan gazeteciler tehdit edilmez, dövülmezdi.

Kamuoyunda oluşan belirsizlik giderilsin istenilir, normal şartlar altında, gerçeklerin açığa çıkması için Ateş ailesi ve yakınları ve davayı araştıran gazeteciler davet edilir, bilgileri-belgeleri istenir, olayın aydınlatılması için çaba sarf edilirdi.

Normal şartlarda, partililer, parti dışına itilenler, bu şartlarda davayla değil ama partiyle ilişkisini kesenler, partiye oy verenler; partinin ocağında doğmuş, ocağında büyümüş, dahası partiye ve ocağa emanet edilmiş birine, kendi öz evladına sahip çıkılmadığı hissine kapılmasınlar diye olağan üstü çaba gösterilirdi.

Toplumun üzerinden ‘kendi öz çocuğuna bunu yapan, başkalarına neler etmez’ korkusunun giderilmesi için seferberlik ilan edilirdi.

Yahu ne anlatıyorum ki ben, değil mi?

Normal şartlar altında zaten Türkiye’de bu cinayet işlenmezdi...

Dolayısıyla normal şartlarda ve normal bir ülkede yaşamadığımızın bilinci ile hareket edenlere saldırmanın, siyasi gerekçelerle işlendiği aleni hale gelen bir cinayetin doğal olarak sair siyasiler tarafından sahiplenilmesinin üzerinden öküz altında buzağı aramanın hiçbir anlamı yoktur.

Kurumsal olarak belki umurunuzda değildir ama bu dava her çapta Ülkücünün sonucunu merakla beklediği bir davadır.

Öldürülen, katledilen bir Ocak Genel Başkanıdır yahu, daha ne olsun.

Normal şartlarda buna kim cüret ve cesaret edebilirdi?

Hadi çıktı bir geri zekalı etti diyelim, normal şartlarda yer yerinden oynamaz mıydı?

İşte bugün normal şartlarda olmadığımızdandır ki Ülkücü camianın en tepesinde oturma şerefine haiz olan bir kardeşimiz öldürüldü.

Normal şartlarda olmadığımız için, Ülkücü kurum ve kuruluşlar bir baş sağlığı mesajı bile yayınlamadı.

Hasbelkader yayınlayanlar da ‘resmi emir’ ile paylaşımını kaldırmak zorunda kaldı.

Cenazesine kurumsal olarak katılınmadığı gibi bireysel katılanlar da fişlendi.

Aileyi taziye ziyareti yapılmadı.

Ailenin acısı da yaptıkları hukuk mücadelesi de desteklenmedi.

Tek bir dertleri vardı, tek; Aman partimizin ismi bulaştırılmasın!

İyi de bulaşacağı kadar bulaşmıştı zaten…

Adı geçenlere bakıyorsunuz kurumunuzda yönetici…

Cinayet sonrası kullanılan araçlara bakıyorsunuz hepsi çakarlı ve size tahsisli…

Partinizin ismi çoktan bulaştırılmış/bulaşmış, size ancak ve ancak buna sebep olan isimleri ayıklayarak kurumsal kimliğinizi bu çukurdan kurtarmak kalmıştı.

Onu da yapmadınız…

Onu da beceremediniz…

Şimdi sağa sola saldırmanın hiçbir anlamı yok.

Kaldı ki çırpındıkça batıyorsunuz.

Size tavsiyem ‘normalleşin!’

Zira söz konusu kutsal davamız ise, normalleşmek en çok da bize yakışır…