Sinan Ateş Cinayeti davası ilk duruşması yapıldı.
Önce intibalarımı aktarıp, sözü yaralı eş Ayşe Ateş’e vereceğim.
Zira onun duyguları, yorumları herkesten ve her şeyden önemli…
Cinayeti işleyen ve azmettiren şebeke ‘bize bir şey olmaz’ rahatlığı ile önlerinde arkalarında onlarca delil bıraktılar. 
Cinayet planını eksiksiz yaptılar ama belli ki bir yerlerden aldıkları cesaretle cinayet sonrasını hiç umursamadılar.
Sonra baktılar ki pabuç pahalı, bir hukuk devletinde nasıl oluyorsa artık, sözde ayrı ayrı kaldıkları hücrelerinde ve dışarıda, davaya yönelik çok iyi organize oldular.
Önceki bütün savunmalar, baskı ve işkence altında alındığı iddiası ile reddedildi, yalanlandı.
Tuhaf ama organize olduğu belli ifadeler vermeye başladılar.
En ilginç tarafı da ifadelerini ilk alan savcının kendilerini yönlendirdiği ve suçu MHP’ye atmaya çalıştığını iddia etmeleri oldu.
Ters kontra yaparak MHP’li isimleri aklama gayretinde oldukları belliydi.
Hatırlarsınız bunu Ayhan Bora Kaplan davasında da gördük.
Ayhan Bora Kaplan davasında da yargılanan mafya üyeleri “Polisin kendilerine Süleyman Soylu'nun ismini söyletmeye çalıştıkları” kurgusuyla davanın seyri değiştirmeye çalışılmış hatta başarılı da olunmuş operasyonu yapan polisler tutuklanmıştı.
Şimdi de aynı kurgu. Savcılar Devlet Bahçeli'nin isminin verilmesini istemişmiş, falan…
İfadeler genellikle ve özellikle bunun basit bir cinayet olduğu, MHP ve Ülkü Ocakları ile en küçük bir bağlantısının olmadığı üzerine kurgulanmış.
MHP’li ve Ülkü Ocaklı yöneticileri aklamak ve cinayetten bağlantılarını koparmak için, bütün deliller ortada olmasına rağmen inkar ve saptırma gayretine girmişler.
Mesela katilin kaçırılması olayını başka bir boyuta sokma derdindeler.
Kaçışın Bolu ve İstanbul kısmını inkar edip, güzergahı İzmir’e yönlendirmekte amaç başta HTS ve PTS ile tespit edilen çakarlı ve tahsisli araçları ve onları kullananları davadan ayıklamak…
Katil ‘Beni Mustafa Kemal diye tanımadığım biri İzmir’e kaçırdı. Aracı hatırlamıyorum. Beni kaçıran gür saçlı birisiydi’ derken, HTS ve PTS ile tespit edilen çakarlı ve tahsisli araçları unutturup, kendisini kaçıran kel yöneticiyi ve bağlı olduğu kuruluşları kurtarmanın derdinde belli ki…
O kadar organize olmuşlar ki ifadelerinde birbirleriyle hiç çelişmiyorlar, kendilerine ezberletilen masalları okurken bülbül gibi şakıyorlar. Ancak en küçük bir çapraz soruda "bilmiyorum, hatırlamıyorum, unuttum, sarhoştum, haplıydım...” savunması yapıyorlar.
Hep söyledim; Sinan Ateş cinayeti münferit hadise değildir. Bundan önce yaklaşık 20 kişiye saldırı oldu. MHP muhalifleri, muhalif gazeteciler saldırıya uğradı.
Olayların azmettiricileri ve failleri, her saldırın öncesinde ve sonrasında yapılan paylaşımlarla ortaya çıktı. MHP’li ve Ocaklı yöneticiler dayak yiyen insanların dövülmüş halini paylaşmaktan bile çekinmediler.
Bu saldırıların benim için planlananından ben küçük bir tesadüf ve araya giren dava büyüklerimin karşı tarafı ikna etmesiyle kurtuldum.
Neyse, dediğim gibi olayın tarafı ve mağduru Ayşe Ateş’in yorumları her şeyden önemli.
Aktarıyorum;
“Kendini devlet zannedenlerin devletle tanışması;
19 ay sonra gaipten ya da Ankara’nın malum semtinden gelen sesler… 
Yanında da kiralık katil Eray Özyağcı’nın -ilk ifadesinde söylediği gibi- yakın mesafeden hedef gözetmeksizin atışlarının olduğu, Sinan’ı katlettiği görüntüler… 
Var olmayan otopsi raporu, asılsız birçok iddia. 
Aklımızla mı alay ediyorlar? Hayır. Bir planları var. 
Uzun zaman boyunca bu tiyatro oyununun üstünde çalıştılar, sosyal medyada ön hazırlık yaptılar. Onlar bu tiyatronun adını “kumpas” koydular. Sloganını da hep birlikte vereceğimiz mücadele belirleyecek…
Günlerdir MHP MYK üyeleri, Ülkü Ocakları yöneticileri, kiralık kalemler ve trol hesaplar tarafından ortaya sürülen ve dosyadaki delillerle uyuşmayan iddialar ve bugün de duruşma salonunda tutuklular tarafından bu iddialarla bire bir örtüşen ifadelerle topyekûn sergilenen kumpas tiyatrosu… 
Anlaşılan o ki bu siyasi cinayetin kökleri düşündüğümüzden daha derinde. Berrak suyu bulandırmak, zaman kazanmak, mağduriyet devşirmek istediklerini biliyorduk. Ama ne gizlemeye çalıştıklarını, kimi, kimleri korumak için çabaladıklarını henüz tam olarak bilmiyoruz. 
Bu yüzden yargının önüne set çekilmemesi, 17 kişi hakkında yürütülen soruşturmanın bir an önce derinleştirilip tamamlanması ve bu siyasi cinayetin kime, nereye kadar uzanıyorsa uzanması tek temennimizdir. 
Sincan’dayız. Adil bir yargılama neticesinde bütün gerçekleri öğreneceğimize inanıyor, adaletin tecelli etmesini bekliyoruz. Adaletsiz geçirecek bir güne daha tahammülümüz olmadığını da tekraren ifade ediyoruz.”