‘Size mi soracağız’ iktidarının, bütün teknik ve bilimsel uyarıları kulak arkası ettiğine dair son örneğin sonuçlarını bugün İliç’te yaşıyoruz.
Yine bütün uyarılara rağmen ‘size mi soracağız’ zihniyetinin sonucu göz göre göre gelen facia, yitirilen dokuz can ve korkunç çevre felaketiyle baş başayız.
Çevrecilerin ve çevrede hayatı riske edilen vatandaşların mücadelesinden Change.org’ta başlatılan ilgili imza kampanyasıyla haberim olmuştu.
Kısa bir süre önce siyanür sızıntısıyla gündeme gelen madenin -ki Türkiye’nin ikinci en büyük altın madeni- 3 katına çıkarılmasını engellemek için başlatılan bir imza kampanyasıydı.
Kaç imza toplandı bilmiyorum ama önemi de yok. Çünkü ‘Size mi soracağım’ iktidarının bir imzaya ya bir milyon imzaya da tepkisi aynı olurdu.
Öyle oldu nitekim, umursamadılar…
İliç Doğa ve Çevre Platformu, söz konusu kapasite artışının gerçekleşmesi durumunda olacakları değerlendirmiş, ‘size mi soracağız’ iktidarını uyarmışlardı.
“Erzincan Çöpler Altın Madeni, 12 yıldır İliç’in tümünde vahşi madencilik anlayışı ile işletilmekte. Siyasi iktidar ve kamu kurumları ile kurduğu yakın ilişkiler dolayısıyla da önünde hiçbir engel olmadan kapasitesini büyütmeye, pervasızca Yukarı Fırat Havzası’nın tamamını maden alanı içine almaya çalışıyor.
On binlerce insanın hayatını kaybettiği 1937 Erzincan depremini yaşayan bölgemiz birinci dereceden deprem bölgesi iken, fay hattına bu kadar yakın bir alanda bu çaplı bir kapasite artışı olası bir depremi büyük bir felakete dönüştürmek demektir.
Türkiye’nin en büyük su toplama havzasına sahip Fırat Nehri’ni besleyen Karasu’nun yanı başındaki maden halihazırdaki büyüklüğü ile bile su kaynakları için açık bir tehdit unsuru iken daha da büyütülmesi düşünülemez!”
İliç Doğa ve Çevre Platformu madenin faaliyetlerinin durdurulması, kapasite artışının iptali için mücadele ettiler.
Lakin yalnızdılar. Yöreden ve yöre halkından pek destek bulamadılar. Çünkü her çevre eyleminde olduğu gibi bir avuç komünist ve terörist olarak yaftalandılar. Karşılığında yöre halkının önderleri, medya mensupları ve yerel yöneticiler paraya boğuldular. Yetmedi ABD seyahatine bile götürülüp ikna edildiler.
Bize ‘beka sorunu’ masalları anlatan iktidar ve yandaşları ‘ırmağının akışına ölürüm Türkiye’m’ türküleri söyleyen o arkadaşlar, ırmaklarımız, toprağımız, havamız kirletilirken gıklarını çıkarmadılar. Çıkaranlara da bölücü, terörist, ateist, komünist yaftası vurup yandaşlarına ve topluma hedef gösterdiler.
Bize ‘ikinci yüzyıl, Türkiye yüzyılı’ masalları anlatanlar ülkemizi bir zamanların yer altı madenlerinin yağmalandığı, sömürüldüğü, yerel halkın köleleştirildiği Afrika’ya döndürdüler güzelim ülkeyi…
Topraklarımızın altı ve üstü ile yağmalanmasına engel olanları, hamasi nutuklarla ‘hain’ ilan eden bu güruha ve yandaşlarına tek bir soru soracağım; sadece yüzde 20’si yerli ve milli olan (o da Çalık Grubu ki ne kadar yerli ve milli tartışılır) bu altın şirketi, kendi ülkesinde faaliyet gösterebiliyor mu? Ve dünyanın hangi medeni ülkesinde siyanür kullanabiliyor?
Milliyetçiliği kimseye bırakmayan arkadaşlar bu soruların cevabını bulsunlar.
Benim gibi ‘biat ve itaat’ saçmalığına boyun eğmediği için dışlanan gerçek Ülkücü ve milliyetçi ağabeyim Arslan Bulut, geçtiğimiz Nisan ayında sormuştu; “Anadolu yaylasının ortasında sülfirik asit ve siyanür havuzu kurdurup çevre felaketine çağrıda bulunan iktidar, gerçekte ne yapmaya çalışıyor?”
Ve yine, milliyetçiliği, onun milliyetçiliğinin zekatı etmeyecek sahtekarların hedef gösterdiği Nihat Genç, iki yıldır gerek Veryansın tv konuşmalarında gerekse yazılarında feryat ediyordu;
“Şu, Suudlu gazeteciyi erittikleri sülfürik asit bidonu var ya... İşte Erzincan İliç’te Amerikalı madenciler, altı yüz futbol sahası büyüklükte sülfürik asit havuzu yaptılar ve apartman kadar büyük buharize makineleri getirerek asidi buharlaştırıp havaya salıyorlar!
Ülkemiz resmen işgal olsaydı bileAmerika yasaları bu şirketlere izin vermezdi!
Ayrıca Erzincan depremde Japonya’yla yarışıyor ve sülfirik asit gölü, Fırat nehrine (Karasu) üç-yüz metre mesafede... Yani bir sızma olursa, geçtik doğu Anadolu’yu Basra’ya kadar tarım yapılması mümkün değil... Ve milyonlarca yıl sürecek bir kirlilikten söz ediliyor...
Havaya salınan milyonlarca ton sülfürik asit, şu anda Doğu Anadolu’yu tehdit ediyor, Karadeniz’in çay fındık ve ormanlıkları dahi tehdit altında... Yine bilim adamları, bu sülfürik bulutlarının uygun rüzgarla Ankara’ya dahi ulaşabileceğini söylüyor!
Büyük medyanız sessiz, siyasileriniz ülkeyi peşkeş çekmiş, Amerikalılar stratejik madenler uğruna, toprağımızı mahvediyor!”
Evet, işin en ilginç ve trajik tarafı da yıllardır toplumu; “Lozan’ın gizli maddesi maden çıkartmamıza izin vermiyor” yalanıyla kandırıp, binlerce maden ruhsatı vererek ülkenin tüm yeraltı kaynaklarını yabancılara peşkeş çekenlerin, bugün hala ‘yerli ve milli’ geçiniyor ve halkın yarısının da bunlara inanıyor olması…