Bu deprem şiddeti, tahribatı ve bölgesel büyüklüğü sebebiyle 1999 Depremi ile kıyas kabul etmez, doğrudur.

Ama algı gereği ille de 17 Ağustos’u hatırlatanlara verilecek cevaplarımızda vardır elbet.

İşin ilginç yanı 1999 Depreminde hükümet ortağı olan bir parti dururken bunları söylemenin biz eski partililere düşmesi, dönemin Başbakan yardımcısı varken o gün yapılanları savunmanın bize kalmış olmasıdır.

Çoğu yalan ve abartma olmak kaydıyla neler diyorlar?

Devlet ortada yokmuş, Ecevit deprem bölgesine günler sonra gidebilmiş falan...

Devlet vardı, buradaydı.

Kızılay başta olmak üzere ilgili kuruluşlar gün ışıdığında buradaydı.

Silahlı Kuvvetler ilk sahra hastanesi kurduklarında henüz depremin üzerinden bir saat geçmemişti.

Ortalık aydınlandığında başta Ankara Belediyesi olmak üzere yüzlerce kamyon, içinde ekmek, su ve erzak olmak üzere yanı başımızdaydı.

Büyük yıkıma rağmen, canlarını kurtarmış insanlar enkaz başında günlerce yardım çığlığı atmadılar.

Ecevit gelememiş! Ecevit’in on küsur özel uçağı, bir o kadar helikopteri yoktu, gelemeyebilirdi ama geldi.

Peki, siz gidebildiniz mi?

Gidemediniz çünkü deprem vergilerinin bahanesi olarak sunduğunuz yollar çökmüştü.

Gidemediniz çünkü, bütün uyarılara rağmen o güzelim ovaya yaptığınız havaalanı işlemez haldeydi.

Hoş, siz helikopterlerinizle de gidebilirdiniz, gitmediniz.

Madem kıyas yapacağız, yapalım.

O deprem de deprem vergisi diye bir şey de yoktu.

O depremden önce Türkiye’nin gündeminde depreme dayanıklı binalar yapma, denetim firmaları vesaire de yoktu. Teknik, teknoloji bu kadar gelişmemişti.

Ama bugün hepsi var.

Öyle bir deprem yönetmeliği var ki, ona uygun yapılsa tek bir binanın çökme şansı yok.

Ve har vurup harman savurmasaydınız, 23 senedir toplanan deprem vergileri ile hiç kimse aç açık ve yardıma muhtaç kalmazdı.

Kimse kimseyi kandırmasın.

23 yıldır toplanan deprem vergileri tedbirlere harcansa, imar afları çıkarılmasa, bilim insanlarının uyarıları dinlenilse ve ona göre önlemler alınsa, yıkım ve haliyle can kaybımız daha az olurdu.

Şimdi bütün bunlara rağmen kalkmış “Böylesine büyük bir felakete hazırlıklı olabilmek mümkün değildir” diyorsunuz, yanlış, külliyen yanlış.

Bunu söylerken en azından deprem bölgesinde dimdik duran, camları bile kırılmayan binaları görmüyor musunuz?

Evet, felaket büyük ama hazırlıklı olabilmek mümkündü.

Mesela iktidarınız döneminde toplanan 86 milyar TL tutarındaki deprem vergileri, 96 metrekarelik tam 1.3 milyon yeni TOKİ konutu yapabilir, insanları çürük ve fay hattı üzerindekindeki binalardan kurtarabilirdiniz.

Mesela iktidarınız döneminde 6 kez çıkarılan “imar affı” çıkarılmayıp projeye ve ruhsata aykırı fazla katlara izin vermeyebilirdiniz.

Mesela bilim insanlarını dinleyebilir ve fay hatları üzerine havalimanı başta kamu binaları inşa etmeyebilirdiniz.

Mesela EMASYA ve DAFYAR protokollerini kaldırılmayarak Türk askerinin afetle mücadelede hızla seferber olmasını ve yardıma koşmasını sağlayabilirdiniz.

Yapılması gerekenleri yapmadınız, yapılmaması gereken ne varsa yaptınız.

Ama hala hiçbir eksiğin olmadığını, hükümetin/devletin ilk andan itibaren yapılması gereken her şeyi yaptığını iddia etmekle kalmıyor, vatandaşın “Devlet nerede?” feryadını ve felakette devletini aramasını bile “vatan hainliği” diye damgalıyorsunuz.

Ne derseniz deyin bu kılıf minareye uymuyor, gerçek o kadar büyük ve çıplak ki üzerini hiçbir örtü örtmüyor.

Biraz da sizden olmadıkları ve sizin gibi görünmedikleri gerekçesiyle olsa gerek, benzerlerini lağvedip bir AFAD oluşturunuz, değil mi?

Baktık ki AFAD’ın kendisi bir afat olmuş.

Ben söylemiyorum, AFAD Başkanı Yunus Sezer, “Deprem bölgesine müdahalede iki önemli engel (kış ve ulaşım) ile karşılaştıklarını” söylüyor.

Bu yeterli bir gerekçe mi?

Asıl büyük itirafı ise İçişleri Bakanı Süleyman Soylu yapıyor: “AFAD’ın toplam personel sayısı 7 bin 300’dür. Takdir edilir ki 7 bin 300 personelle Türkiye’deki bu büyük afeti veya herhangi bir afeti yönetebilmek mümkün değildir.” 

Peki, AFAD’ın personel sayısının herhangi bir afeti yönetebilmeye yetmeyecek olması, içişleri bakanını da hükümeti de sorumluluktan kurtarmaya yetiyor mu?

Zira deprem ülkesi Türkiye’de her bölgeyi depreme hazırlamak ve vatandaşın can ve mal güvenliği için önlem almak hükümetlerin görevidir.

Dolayısıyla AFAD’ın personel sayısının yetersizliğinden şikâyet etmeye hakkınız var mı?

Bu şartlarda, deprem ülkesi Türkiye’nin AFAD’ına ancak 7 bin personel ayırmak başlı başına tedbirsizlik ve görevi ihmal değil mi?

Bir soru daha; 20 yıldır, geleceği belli olan depremlere karşı hazırlık yapmamanızı, önlem almamanızı geçtim, AFAD’ın uyarılarını dinlediniz mi?

AFAD’ın 2020 yılında hazırladığı İl Afet Risk Azaltma Planının dikkate aldınız mı?

7.5 şiddetinde deprem beklendiğini söyleyen, hangi mahallelerin, hangi binaların yıkılacağına kadar pek çok şeyi öngören o raporu görmezden geldiniz.

Dolayısıyla tedbirsizliğinizi kadere ve kader planına bağlamak belki vicdanlarınızı rahatlatabiliyor olabilir ama bu millet bunu yutmuyor.