Konumuz adalet…

İki olay üzerinden aktarayım.

Teğmen Ebru, hani şu tartışılan yemin suçunu işleyen teğmenlerin elebaşısı(!)

İtin biri resminin altına yorum yapıyor. Açık yazamıyorum maalesef, mecbur mealen söylüyorum. Diyor ki; şu surata bak, bunu insan bilmem ne yapmaz ama sırf Kemalist kaşar olduğu için tecavüz edebilirim.

Kızımız suç duyurusunda bulunuyor ama savcı bu paylaşımda bir suç unsuru görmüyor. Bizzat adını yazmamış sonuçta diyerek olayı ifade özgürlüğüne bağlıyor.

Diğer olay, sanal alemden tanıdığım emekli Albay Orkun Özeller. Yıllarca sınır ötesinde operasyonlara katılmış bir asker, onlarca arkadaşı gözünün önünde şehit olmuş…

Bahçeli’nin Öcalan’ın hapisten çıkarılıp Meclis kürsüsüne çıkarılması çağrısına tepkisini gösterip “Ey terörist sevici Bahçeli” sen kimden icazet aldın da benim arkadaşlarımın katilini affederek onu Meclis’e davet ediyorsun” dediği için yargılanıyor.

Hadi hüküm verin

Ama bu hüküm verirken, her Cuma imamın okuduğu, mealen; “Allah başkalarına adaleti, hatta adaletten de fazla olarak ihsanı, en güzel davranışı ve muhtaç oldukları şeyleri yakınlara vermeyi emreder. Hayasızlığı, çirkin işleri, zulüm ve tecavüzü yasaklar. Düşünüp tutasınız diye size öğüt verir” ayetine göre verin.

Maalesef bugün olacağı gibi her Cuma dinleriz, dinleriz de gereğini yapar mıyız?

İki kişi, iki grup veya konumuzla ilgili olarak iki parti veya iki ittifak arasında adaletle hüküm verir miyiz?

Her şeyden önce hüküm vermek için bilgi ve donanım gerekir. Araştırmak, soruşturmak, tarafları ve taraftarları enine boyuna dinlemek, bilgileri akıl ve vicdan çerçevesinde süzmek ve hakkıyla hüküm vermek gerekir.

Bir taraf yalan söyleyebilir, delilleri karartabilir, sizi kandırabilir, doğaldır.

Ama siz kanmayacaksınız, yok eğer o kadar kafanız basmıyorsa da hüküm vermeyeceksiniz.

Çünkü hüküm vermek büyük bir vebaldir!

Yüce Mevla Kuranı Kerim’de bizi şöyle uyarıyor;

“Ey iman edenler! Bir topluluğa olan kininiz, sizi adaletten alıkoymasın.

Şüphesiz Allah, size emanetleri ehline (sahiplerine) teslim etmenizi ve insanlar arasında hükmettiğinizde adaletle hükmetmenizi emrediyor.

Ey iman edenler, kendiniz, anne-babanız ve yakınlarınız aleyhine bile olsa, Allah için şahitler olarak adaleti ayakta tutun.”

Peki, biz ne yapıyoruz? Adamına göre tavır koyuyoruz, iktidar erki/gücü, bizden olmayanları, siyasi veya ideolojik rakiplerimizi ve hatta bir sebeple sevmediklerimizi, üstelik hukuk dışına çıkarak dövüyor veya eziyorken sesimizi dahi çıkarmıyor hatta alkışlıyoruz.

“Kendiniz, anne-babanız ve yakınlarınız aleyhine bile olsa, Allah için şahitler olarak adaleti ayakta tutun” emrine rağmen…

Şunu unutmayın ki, İslam insanı temel alarak, evrenin en mükemmel canlısı yani eşref-i mahlukat kabul eder.
Toplum ve halkı da bir sömürü aracı değil Allah'ın bir emaneti olarak görür.
Devlet ise İslam toplumlarının ayrılmaz ve olmazsa olmaz derecede bir parçasıdır.
Bu bütünleşme ve uyumun mayası da adalettir.

Onun içindir ki İslam öncelikle devleti yönetenlerin adaletli olmalarını emreder.

Türk İslam kültüründe yöneticinin adaletli olması istenmiş, adaletli olmayan idarecilerin görevine son verilmesi öngörülmüştür.
Devlet başkanının fasıklığı sebebiyle azledilip azledilmeyeceği bile tartışılırken, adaleti terk eden devlet başkanının görevden alınması konusu kesin hükme bağlanmıştır.

Maverdi bunu şöyle izah etmiştir:
Devlet başkanının halinin değişmesi ile görevine son verilmesini gerektiren iki durum vardır:
Devlet başkanının adaleti terk etmesi,
Devlet başkanının görevi yerine getirmesine bir bedeni engelin ve noksanlığın ve hastalığının ortaya çıkması…

İslam tarihinde adaletin timsali olarak kabul edilen Hz. Ömer, Ebu Musa el-Eşari’ye gönderdiği meşhur mektubunda;
“Halka karşı bakışında, yönelişinde, adaletinde ve huzurunda oturmalarında insanlar arasında eşitliğe dikkat et! Ta ki şerefli ve soylu bir kimse senin haksızlık yapacağına umut bağlamasın, zayıf olan bir kimse de adaletinden ümit kesmesin” demiştir.
Nizami bu konuda; “Mülkü yıkan zulüm ve haksızlıktır” der.

Bu konuda sevgili Peygamberimiz de: “Sizden öncekileri helak eden sebep, aralarında soylu bir kişi hırsızlık yaptığı zaman ona ilişmemeleri, zayıf bir kimse hırsızlık yaptığında ise ona şer'i ceza uygulamalarıdır.” buyurmuştur.

Demem o ki, hükmünüzü tuttuğunuz partiye göre değil, inandığınız dine göre verin.