Sendikal mücadelenin bizzat sendikalar tarafından anlamsızlaştırıldığı bir dönemde masadan asgari ücrete dair yeterli bir oran çıkması elbette mümkün değil. Dolayısıyla asgari ücret komisyonu toplanmış toplanmamış bir önemi yok.
Yıllardır olduğu gibi, masada bir tiyatro oynanacak, rakamlar ortaya konulacak ki göreceksiniz, yetkili sendikanın talebi bile alın terinin karşılığı olan ücretin gerçek değerinin çok çok altında kalacak.
Sonuçta ya taraflar bir oranda anlaşacak ya da olay uyuşmazlığı çözecek kurula gidecek ve tabii her zaman olduğu gibi açıklayacağı rakama itiraz mümkün olmayan kurul gerçek enflasyonun çok altında olarak kesinleşecek…
Bu kadarla bitmeyecek tabi, her yıl olduğu gibi Cumhurbaşkanımız devreye girecek, lütuf ve ihsan göstererek birkaç puan fazlasını verecek.
Ve alkışlar eşliğinde perde önümüzdeki yıla kadar kapanacak.
Önümüzdeki yıl diyorum çünkü asgari ücret bundan böyle yılda bir kez belirlenecek, tekrarı yok.
Sendikalar haklı olarak buna da karşı çıkıyorlar haklı olarak, öyle ya aldıkları zam oranı hepi topu 2/3 aylık enflasyonla eriyor çünkü…
Geçmişin enkazını bile kaldırmayan ücret artışı, önümüzdeki ayların enflasyonunun üzerine binmesiyle birlikte eriyip gidecek.
Resmi makamların açıkladığı enflasyon bile gerçek enflasyon değil ülkemizde…
Dolayısıyla emekçinin alın terinden bir de enflasyonu yarı yarıya açıklayarak çalıyorlar.
TÜİK’in enflasyonunun gerçekleri yansıtmadığını bırakın ilgili kuruluşlar sokaktaki vatandaş da yaşayarak görüyor ve biliyor.
Yalan mı? İspatlayın o zaman…
Koyun ortaya kalem kalem biz de size inanalım, bu kadar zor mu?
Malumunuz TÜİK artık enflasyon oranını belirlediği sepetin içeriğini açıklamıyor.
Üstelik bu konuda yargı kararı var ve TÜİK yargı kararına rağmen enflasyon oranını belirlediği fiyat listesini karartıyor.
Niyet belli, her şey ortada ki TÜİK’in amacı hem siyasi anlamda hükümet zor durumda kalmasın ve eleştirilmesin diye hem de ücretler belirlenirken düşük tutulmasına gerekçe teşkile etsin diye enflasyonu düşük göstermek için çabalıyor.
Böyle düşünüyoruz ve yazıyoruz diye dezenformasyonla yani halkı yanlış bilgilendirmekle suçlanıyoruz.
Baştan da dediğim gibi açıklayın o zaman, şeffaf olun bu kadar zor mu?
Yoksa, fiyat listesi de tıpkı şehir hastanelerine, köprülere, yollara yapılan ödemeler, şirketlerle yapılan milyarlık anlaşmalar gibi “milli sır” mı?
Bu konuda sadece iktidarı suçlarsak haksızlık olur. Şairin ‘kabahatin çoğu sende’ dediği gibi kabahatin çoğu emekçilerde maalesef.
Bir türlü ama bir türlü emekten kaynaklanan gücümüzü iktidarlara baskı olarak kullanmayı öğrenemedik. Çoğumuz da bireysel veya sarı sendikalar vasıtasıyla iktidarın karşısında mücadele etmek yerine iktidarın kucağına oturmayı tercih ettik.
Dolayısıyla önceliğimiz sendikaları güçlü kılmak olmalı, sendika tercihlerimizle bunu başarmalıyız ama nerde?
Bilmiyor değilim, 12 Eylül askeri darbesinin toplumsal hayatımıza yaptığı en büyük zarar, her alandaki örgütlenmenin önüne geçmesiydi.
İşçilerin sendikaları, öğrencilerin dernekleri, sivil toplumların bir araya gelerek kurdukları güç birliklerinin etkisinden kurtulmak ve global kapitalizme ayak uydurabilmek için müthiş bir baskı ve zulüm politikası uygulandı.
Daha sonraki politikalarla özellikle işçiler ve gençler örgütlenmeden uzak tutuldu.
Baskıcı yöntemlerle üniversiteleri disiplinli yüksek liselere dönüştürdüler, sendikaları da “Sendikasız olursanız daha cazip paralar alırsınız” vaadiyle üyesizlik ve eylemsizlik içine ittiler.
Sivil toplum örgütlerinin ise ancak yandaş-dinci-gerici olanlarına özgürlük alanı verdiler.
Hele ki bu iktidar uygulamalarıyla 12 Eylül’e bile rahmet okuttu farkındayım.
Ama ne olursa olsun ‘kabahatin çoğu sende kardeşim!’
Bak bu ülkede, TÜİK rakamlarına göre ülkemizde sendikalı işçi sayısı (sarı sendikalar ve yandaş sendikalar dahil) halen 2 milyon 400 kişi…
Toplam işçi sayımız ise 16.4 milyon dolayındadır.
Yani her 100 işçiden 85’i sendikasız.
Bu demektir ki benim emekçi kardeşim daha işin başında yanlış safı tercih ediyor. Örgütlenmek ve sendikalaşmak yerine maalesef iktidarların safında kalmayı tercih ediyor.
Dedik ya ‘Kabahatin çoğu sende kardeşim!’