Dün 25 Kasım Kadına Yönelik Şiddete Karşı Uluslararası Mücadele Günüydü. Adı büyük, anlamı derin. Peki ya etkisi? Her yıl aynı cümleler, aynı çağrılar, aynı vaatler. Ancak değişen hiçbir şey yok. Kadınlarımız hâlâ öldürülüyor.

Birleşmiş Milletler bu günü ilan etti, devletler protokoller imzaladı, kampanyalar düzenlendi. Ama sahada ne var? Kadınlar korunamıyor, şiddet uygulayanlar elini kolunu sallayarak dolaşıyor. Koruma kararları kâğıt üzerinde, yargı süreçleri yavaş, cezalar caydırıcı değil. Bir kadın, can güvenliği için defalarca yardım talep ediyor ama sonuç? Katili serbest, kadın toprağın altında.

Kadına yönelik şiddet bir insan hakları ihlalidir, bunu biliyoruz. Ama ne yazık ki bu ihlal, sadece teoride kınanıyor. Sokakta, evde, işyerinde kadınlar korku içinde yaşamaya devam ediyor. "Şiddeti önleyeceğiz" diyenler, kadın cinayetleri rakamlarını görmezden geliyor. Kadınlar sayılara indirgeniyor, haber bültenlerinde "bir kadın daha öldürüldü" diyerek geçiştiriliyor.

Oysa şiddeti durdurmanın yolu bellidir: Caydırıcı yasalar, hızlı yargı süreçleri, etkin koruma mekanizmaları. Kadını birey olarak gören, haklarını savunan bir zihniyet değişimi şart. Ama bugüne kadar hangi somut adımlar atıldı? Hangi politikalar uygulandı? Yanıt açık: Hiçbir şey.

Bugün kadınlar yalnız. Sokakta yürürken, evlerinde huzur bulmaya çalışırken, şikâyet ederken kimse yanlarında değil. Kadınların ölmemesi için toplumun tüm kesimlerinin elini taşın altına koyması gerekiyor. Aksi takdirde, her gün aynı acıları konuşmaya devam edeceğiz. Kadınların hayatta kalması, bir günle değil, sürekli ve kararlı bir mücadeleyle mümkündür.

Kadına yönelik şiddeti durdurmak için yapılan çalışmalar ne yazık ki göstermelik. Kampanyalar düzenleniyor, konferanslar yapılıyor, afişler asılıyor. Ama sokağa baktığımızda, gerçek hayatta kadınlar yalnız. Şiddet mağduru bir kadın karakola gittiğinde çoğu zaman dikkate alınmıyor. “Şikâyetçi olsam ne olacak, yine serbest bırakılır” düşüncesiyle haklarını aramaktan korkuyorlar. Kadınlar koruma talep ettiklerinde bile katillerine teslim ediliyor. Peki bu kısır döngüyü kırmak bu kadar mı zor?

Hayır, zor değil. Ancak bunun için öncelikle zihniyet değişikliği gerekiyor. Kadına yönelik şiddetle mücadelede en önemli adım, şiddeti meşru göstermeye çalışan anlayışların kökünden kazınmasıdır. “Kadın susarsa yuva dağılmaz” diyen zihniyetlerle, şiddeti “aile içi mesele” olarak gören anlayışlarla mücadele etmeden bu sorun çözülemez. Şiddeti önlemenin yolu sadece yasalar değil!

Devletin yapması gerekenler de ortada. Şiddet faillerine caydırıcı cezalar verilmeli, koruma tedbirleri etkin bir şekilde uygulanmalı, kadınların sığınabileceği güvenli alanlar artırılmalı. Ama bunlar yetmez. Eğitim sistemi başta olmak üzere, toplumsal cinsiyet eşitliğini yerleştirecek politikalar hayata geçirilmeli. Çünkü bir çocuğa küçüklüğünden itibaren kadına saygıyı öğretmeden, şiddeti önlemek mümkün değil.

Kadınlar, bu ülkenin yarısı. Onları koruyamamak, toplum olarak hepimizin ayıbı. Kadınlar ölmesin diye mücadele günü değil, mücadele yılı, hatta mücadelenin hiç bitmediği bir yaşam düzeni kurmak zorundayız. Çünkü başka türlü ne kadınlar güvende olabilir ne de bu toplum insanlığını koruyabilir.