Ova Neydi?
Sözlük tarifi ile; Düzlük coğrafyada, deniz yüzeyine göre değişik yüksekliklerde olan az eğimli yerlere verilen isimdir. Düzlükler çiftçiliğe yaylalardan veya dağlardan daha elverişlidir. Birikinti ova Alüvyonlu düzlük uzun süreler boyunca dağlardan gelen nehirlerin biriktirdiği alüvyonlu topraklarla oluşmuş yeryüzü şekilleridir.
Ve bir de teknik bilgi verelim;
Sakarya Ovası, Kuzey Anadolu fay hattının üzerinde meydana gelen çöküntüler oluşan alanda Sakarya Nehri’nin taşımış olduğu alüvyonların dolmasıyla tektonik kökenlidir ve milyonlarca yılda meydana gelmiştir. Onun için bereketlidir.
Hele bir de ortasından Sakarya gibi nehir geçiyorsa, tadından yenmez…
Bizim öğrencilik yıllarımızda hayat bilgisi veya coğrafya dersinin önemli bir konusuydu Adapazarı Ovası…
Evet, evet, yeni nesil bilmez ama Adapazarı bir ovaydı. Türkiye’nin en değerli ovalarından birisiydi üstelik.
Önce sanayi tesislerinin mantar misali kurulması, ardından çarpık yapılanmanın devreye girmesi ve tarım arazilerinin amaç dışı kullanımıyla ovamızın ova niteliği ortadan kalktı.
Bizim ilimizde tarım arazilerinin amaç dışı kullanımı Türkiye ortalamasının çok ama çok üzerinde.
Oysa, Adapazarı Ovası dünyanın hiçbir yerinde görülmeyen nitelikte verimli topraklardı. Halen ‘adam eksen biter’ şeklinde tarif edilecek kadar verimli…
Ve bu verimli topraklar maalesef sanayileşmeye kurban edildi.
Bilimin milyonlarca yılda meydana geldi dediği o toprakları iş makineleri ile birkaç saat içinde yok edebildik, hiç acımadan…
Peki, doğal güzelliklerimiz?
İlk görenlerin ‘Vallahi siz cennette yaşıyorsunuz’ demelerine şahit olmayanımız yoktur.
Evet cennette yaşıyoruz ama organizasyon bozuk, organizasyon.
Yani bu güzellikleri işleyemedik, geliştiremedik, tanıtamadık, tesisleşip tüm insanlığın hizmetine sunamadık ve bütün bunları yapıp para da kazanamadık.
Böylesine bir potansiyeli hareket geçirmek varken biz İstanbul’un çöplüğü olmaya talip olduk, sanayileştik.
‘Canım ne var bunda, istihdam yarattık, gençlere iş bulduk’ diyen varsa, gitsin en büyük fabrikanın önüne ve saysın; Gelen servislerin kaç tanesi komşu illerden geliyor?
Ve araştırın bakalım, kaç tanesi vergisini ilimize ödüyor?
Havamızı, suyumuzu ve obamızı kirletmeleri de cabası…
Malumunuz bir de ‘Bacasız Sanayi’ terimi vardır.
İlk akla gelen turizmdir ama bunun yanına tarımı ilave etmezsek olmaz.
Her iki özelliğimizi de heba ettik. Oysa Karadeniz kıyılarımız, orman varlığımız, deniz ve demiryolu ulaşımının sağladığı ciddi avantajlarımız, kültürel, tarihi, turistik değerlerimiz, doğal güzelliklerimiz, plajlarımız, yaylalarımız, her türlü spor etkinliklerine uygun olmamız, turizm potansiyelimiz gibi özelliklerimizi kullanarak ilimizi çok daha geliştirebilirdik. Yapamadık, yapmadılar…
Şu meşhur otomobil fabrikasının temeli atılırken, Merhum Demirel’in tabiriyle “bir tane araba satıp binlerce ton patates alacağız. Onun için bu topraklar sanayiye açılmalı” söylemi geçerliydi.
Demirel bile, yıllar sonra bunun çok büyük bir hata olduğunu söyleyip bu fikrinden döndüyse de biz çıktığımız sanayileşme yolundan dönmedik.
Hatamızda ısrar ettik…
Bugün İl Ormanı konulu röportajımı okuyacaksınız.
Neden yazdım?
Sakarya’ya geldiğim 1994 yılından bu yana sürekli söylüyor ve yazıyorum.
Geleceğe dair yatırımlar, planlamalar, projeler yapılırken Sakarya’nın coğrafi ve doğal özellikleri, alışkanlıkları, kültürü neyi gerektiriyor ise öyle davranılmalıydı.
Sakarya, İstanbul’un arka bahçesi bir sanayi çöplüğüne değil, tarım, turizm ve hizmet sektörüne talip olmalıydı.
Sakarya, çevre, hava ve su kirliliğine sebep olan, vergisinden bile istifade edemediği sanayi kuruluşlarıyla değil, otelleri, kongre merkezleri, sosyal ve sportif tesisleri, restoranları, piknik ve mesire alanları, patatesi, mısırı ve haliyle fındığı ile gündemde olmalıydı.
O bahsettiğim hizmet sektörünün önemli kilometre taşlarından bir tanesi de İl Ormanımızdı.
Pek çoğumuz için sabıkası, kötü hatıraları, bakımsızlığı sebebiyle olduğu gibi benim de yıllardır yanından bile geçmediğim İl Ormanı…
Meğerse özelleştirilmiş, işletmecisi sayesinde her türlü pislikten arındırılmış, piknik, kamp yapılabilir, kahvaltı ve yemek yenilebilir, ihtiyaç halinde bungalov evlerde kalınabilir hale getirilmiş.
Şu an ilimize, ilimiz insanına katma değer katıyor…
Görünce şok oldum desem yeridir.
Haliyle uzaktan ahkam kesmenin ve suizanda bulunmanın yüklediği günahtan arınabilmek ve helallik alabilmek için de en azından bir röportajla mekanı ve işletmecisini tanıtmayı üzerime farz bildim.
Bu manada başta İbrahim ve Seyfi Yılmaz beyler olmak üzere Sakarya’ya katkıda bulunan herkesi, her işletmeciyi takdir ediyor ve teşekkürlerimi sunuyorum.