Geçtiğimiz hafta ülkenin meyve-sebze deposu Antalya’daydım.
Üreticilerle, aracılarla ve nakliyecilerle konuşma imkânı buldum.
Haliyle konu tarım…
Malumunuz, iklim krizine bir de kuzeyimizdeki savaş eklenince başta Türkiye olmak üzere tüm dünyada gıda güvenliği sorunu yaşanıyor.
Birleşmiş Milletler Gıda ve Tarım Örgütü, bu yıl için gıda fiyatlarının yüzde 8 ile yüzde 20 oranında artacağına dikkat çektiğinde henüz işgal ve savaş başlamamıştı.
Buna bir de savaş eklenince kıyamet koptu.
Koptu da bu konuda neden en çok etkilenen ülkelerin başında geliyoruz?
Bu savaşın Türkiye’ye etkileri daha ziyade tahıl, buğday ve ham ayçiçeği yağı üzerinden oldu.
Kısmen de hayvan yemi ve gübre…
İyi de; üç tarafı denizlerle çevrili, toprakları bereketli, iklimi oldukça düzenli bu ülke, dışarıda gelişen olaylardan bu kadar etkileniyor.
Birincisi pek çok konuda dışa bağımlı hale getirildik de ondan…
İkinci de biz çiftçimiz ekmesin, üretmesin diye ne mümkünse yaptık.
Tohum, gübre, enerji, sulama ve mazot fiyatları konusunda çiftçimize destek vermedik.
“Ben geçtiğimiz yıl bir kilo kiraz parasıyla bir buçuk litre mazot alıyordum, şimdi üç kilo kirazım bir litre mazot etmiyor” diyen çiftçi gördüm.
“Aracımın İstanbul hale gidiş ve gelişi, yakıt, tünel, otoyol köprü geçişleri dahil 21 bin lirayı buluyor, üstelik geri dönüşümüzde herhangi bir yük sarma şansımız da yok” diyen nakliyeci gördüm.
Dolayısıyla artan yakıt maliyeti, ürünlerde kilo başına 3 ila 4 lira arası bir maliyet artışı sağlıyor.
Hani hep ‘yahu bu domates tarlada 3 lira biz niye 10 liraya yiyoruz’ diye sorarız ya, işte bunun önemli sebeplerinden bir tanesi nakliye ücreti…
Buna bir de aracı ve komisyoncularla birlikte pazarcı karını da ekleyince fiyatlar uçuyor.
İnanın burada en az kazanan, bazen kafa kafaya getiren bazen de zarar eden bir kesim varsa onlarda çiftçiler…
“Ben geçtiğimiz yıl bir kilo kiraz parasıyla bir buçuk litre mazot alıyordum, şimdi üç kilo kirazım bir litre mazot etmiyor” diyen çiftçi nasıl para kazansın?
Hani her yıl bir Kıbrıs büyüklüğünde tarım arazimiz yok oluyor diye hayıflanıyoruz ya, buna bir de bu sebeplerden dolayı çiftçinin her yıl biraz daha artan oranla topraktan kopmasını da ekleyin, facia büyük! Kıtlık ve buna bağlı olarak açlık tehlikesi kapımızda…
Bu mevsim normalde karın doyurmanın daha ucuz olduğu, enflasyonun göreceli olarak düştüğü, fakir fukaranın yüzünün güldüğü mevsimlerden olsa gerekti. Daha doğrusu öyleydi.
Artık öyle değil…
Hani birileri çay-simit hesabı yapar ve o hesap ekonominin turnusolü olurdu ya, biz o hesabı nakliyeciler durağında melemen üzerinden yaptık. Melemen yahu az soğan, biber, domates ve yumurtadan müteşekkil melemen…
Şoför esnafı ölçtü, biçti, tarttı; 7 kişilik melemen, ekmek dahil 135 lira tuttu.
Üstelik bu İstanbul manav/pazar fiyatı üzerinden değil beyler, bildiğiniz Antalya’dan, neredeyse tarladan yani…
Bütün bunlara karşılık iktidar ne yapıyor?
İktidar, maalesef trajikomik arayışlar içerisinde…
Kendi topraklarımızı bıraktılar, kendi çiftçimize ‘ne halin varsa gör’ dediler de önce Sudan’da, sonra Nijerya’da ve şimdi de Venezuela’da tarım faaliyetlerine başladılar.
Başladılar derken, Sudan’da ki rezilliği gördük.
Aradan 4 yıl geçti, ekilen bir karış arazi, üretilen tek bir buğday tanesi ortalıkta yok ama bu amaçla kurulan şirket yöneticilerinin maaşlarını çatır çatır aldıkları ortaya çıktı.
Peki ve Nijerya ve Venezuela?
Tarım Yazarı Ali Ekber Çiçek olayı inceledi ve yazdı. Özetle aktarayım;
“Bundan yaklaşık iki yıl önce Venezuela’dan peynir ithalatı gündeme gelmişti. Dünya peynir üretiminde Venezuela’nın adı bile geçmezken Türkiye’de aylarca bu ülkeden yapılacak peynir ithalatı tartışıldı. Sonuçta böyle bir ithalat olmadı. İthal edilecek peynir yoktu zaten.
Bugünlerde de Venezuela’da buğday üretimi yapılması gündemde.
Bu ülkede üretilecek buğdayın yüzde 30’u onlara kalacak, yüzde 70’i Türkiye’ye gelecekmiş!
Konuyla ilgili Ticaret Bakanlığı'nın Venezuela ülke sunumu, raporları, ürün matrisleri, müşavirlik raporlarını okudum. Bununla yetinmeyerek bu ülke ile ticaret yapan, gıda ürünleri, un ihracatı yapan özel sektör firmalarının temsilcileriyle görüştüm. Aldığım bilgilere göre ülkenin iklimi, toprağı buğday üretimine uygun değil.
Geçmişte buğday üretimi için bazı çalışmalar yapılmış. Fakat ülkenin coğrafyası, iklimi buğday üretimine uygun olmadığı için bu üretim istenilen verimlilikte gerçekleştirilememiş.
Venezuela dünyada buğday üretimi ile bilinen bir ülke değil. Buğday ithal ediyor. Bu da yetmiyor ciddi miktarda un ithalatı yapıyor.
Yapılan denemeler ve çalışmalar sonucunda buğday üretiminde istenen verim alınamayan Venezuela’da diyelim ki gerekli şartlar sağlandı ve buğday üretimi yapıldı. Burada üretilen buğdayı Türkiye’ye getirmenin maliyeti de çok yüksek olacaktır.
Un ithalatının yüzde 58’ini karşıladığımız Venezuela’da buğday üretip Türkiye’ye getireceğiz ve un yaparak tekrar bu ülkeye satacağız. Bu hem ekonomik hem de ekolojik olarak mümkün değil.
Ekolojik olarak mümkün değil çünkü ülkenin iklimi uygun değil. Ekonomik olarak mümkün değil çünkü ürünün oradan Türkiye’ye taşınması ve tekrar ihraç edilmesi çok büyük maliyet.
Nijer’de 1 milyon hektar alanda tarımsal üretim yapılması ve özellikle yem bitkileri üretilerek Türkiye’ye getirilmesi planlanıyordu.
Bu ülkede 1 milyon hektar alanda tarımsal üretim yapılması için anlaşmaya varıldı. Cumhurbaşkanı Yardımcılığı bünyesinde özel bir ekip kuruldu. Hayvancılıkta yem açığını kapatmak ve fiyat artışlarını durdurmak için Nijer’deki 1 milyon hektar alanda yem bitkileri üretimi yapılarak Türkiye’ye getirilecekti.
Fakat bu proje ekonomik olmadığı için yaşama geçirilemedi.”
Sonuç; Türkiye, yurt dışında tarımsal üretim için gösterdiği çabayı, harcadığı enerjiyi ülke toprakları için gösterse çok daha büyük üretimler gerçekleştirerek ülkenin tarım potansiyelini zenginliğe dönüştürebilir. Fakat, ülkede üretim yerine ithalata destek verilirken, başka ülkelerde üretim yapma hayali ile ülke gündemi gereksiz yere meşgul ediliyor.