Dün Türkiye-İtalya milli maçı anlatım ve aktarımı üzerinden güzide medyamızın hali pür melaline kısmen değindik.
Geçmişte radyodan maç dinleyenler iyi bilir. İzlemiyor ancak birinin size aktardığı kadarıyla fikir ediniyorsunuz. Sonrasında maç bitiyor ve bir sonuca bir bakıyorsunuz ki size anlatılan maçla hiçbir alakası yok.
Ama bu maçı izliyoruz yahu!
Ortada, güzümüzün önünde bizim için eziklik, çaresizlik ve panik içinde geçen bir maç oynanıyor ama bizim iki ünlü spikere sorarsanız, destan yazıyoruz, dünya bizi kıskanıyor, İtalyanları köşeye sıkıştırıyoruz, müthiş oynuyoruz falan.
Her iki spikerin de coşkuyla aktardığı maç, bizim seyrettiğimiz maç kesinlik değil…
İyi de bunu neden yapıyorlar?
Seyrettiğimizi bile bile neden yalan yanlış aktarıp bizi gereksiz yere dolmuşa bindiriyorlar.
İlk aklıma gelen sebep, bence bu mevcut medyamızın doğal refleksi haline geldi artık, algı operasyonlarına hizmet ede ede alıştılar, alıştırıldılar da ondan…
Günümüzde basın ve medya, toplumun gözü ve kulağı olma özelliğini çoktan yitirdi malumunuz. Gözüyle gördüğünü ve kulağıyla duyduğunu bile iktidarların gönlünce aktaran bir medya gerçeği ile baş başayız.
Maç örneğinde olduğu gibi, biz, az çok futboldan anlayan bir kesim, oynanan maçı resmen izliyoruz, kimin destan yazıp yazmadığını gözlerimizle görüyoruz. Bunu spikerler de biliyor ama onların derdi seyircinin, futbolla pek ilgisi olmayan kısmını kandırabilmek…
Tıpkı politikada olduğu gibi…
Malumunuz, satın alınan ve iktidarın kontrolüne geçen bir basının, hırsız feneri misali istenilen tarafı karartmak ve istenilen tarafı aydınlatmak gibi bir işlevi olduğunu biraz pahalı bir şekilde ilk öğrenen Almanlar oldu.
Almanlar, Alman basından müthiş zaferler kazandıkları haberleriyle uyutulurken, bu rüyadan, bir sabah kalktıklarında karşılarında Rus tanklarını görünce uyandılar.”
Bir kısmımızın maç bitiminde, sonuca bakınca uyandığı gibi basit olmadı ama milyonlarca insan öldükten sonra ancak uyanabildiler.
Kolay da değildi elbet, görüntülü görsel basın yoktu, altı üstü bir radyo ve gazete…
Radyo ne dese ve gazeteler neyi bassa ona inanıyorlardı haliyle…
Biz ise gözümüzün gördüğüne değil de bize tarif edilene inanır hale geldik/getirildik maalesef.
Top, hasbelkader ve kazara ayağımıza geldiğinde bile bizimkiler topu nereye atsam da kurtulsam derdinde ama bizim spikerler gaz veriyor; “Şimdi top bizde, hızlı çıkın çocuklar, gösterin günlerini çocuklar!”
O kadar hızlı çıkıyoruz ki, turnuvanın bitmesine 20 gün kala, biz evimize dönüyoruz.
Ve yine, başımıza gelenleri, işin aslını ancak evimize dönünce anlıyoruz.
Almanların, olup bitenlerin kendilerine anlatıldığı gibi olmadığını, karşılarında Rus tanklarını görünce ancak anladıkları gibi…
Bakalım biz ne zaman ve hangi olaydan sonra uyanacağız?
Bunun için ne yapmamız gerek?
İlk yapmamız gereken Malcolm X’in “Eğer dikkat etmezseniz medya, mazlumlardan nefret etmenize ve zalimleri sevmenize sebep olur” uyarısını göz önüne alarak dikkatli ve uyanık olmak.
Olayları akıl süzgecinden geçirip yorumlamak…
Sokma akılla değil, kendi aklımızı kullanarak değerlendirmek…
Şurası muhakkak ki; Döküldüğümüz bir maçtan dahi kahramanlık çıkarabilen, sahadaki hezimeti zafere dönüştürebilen müthiş bir medyamız var bizim…
Öyle bir medya ki;
Dolar 9 TL'ye dayanmış, Merkez Bankası kasası boşalmış, işsizlik rekor kırmuş, yoksulluk artmış, rüşvet ve mafya düzeni her yeri istila etmiş, ülkenin limanları uyuşturucu deposu olmuş, çevremizde, bırakın müşterek hareket etmeyi, ortak bir metin oluşturup imza atabileceğimiz tek komşu ülke kalmamış, dünya bizi dışlamışken, yani gemi su alıyorken, göz göre göre çalmaya devam eden Titanic’in müzisyenleri gibi bir medya…
Ve bir yabancı şarkının şu sözleri bizi anlatıyor sanki;
Herkes biliyor geminin su aldığını,
Herkes biliyor kaptanın yalan söylediğini,
Herkes biliyor zarların hileli olduğunu…
Evet, herkes biliyor bunun böyle olduğunu, o yandaş medya da dahil ama gereğini ve görevini yapanımız o kadar az ki!!!