Dün Ekrem Okutan'ın 'Dalkavukluk-Tarihsel Perspektif, Siyaset ve Basın' adlı kitabından söz ettik. Özellikle siyasi ve bürokratik anlamda ilişkilerinize yön verecek ve eğer arzu ediyorsanız çevrenizdekileri tanıma imkanı sunacaktır dedik.

Bugün de üzerinde biraz duralım.

Dalkavukluk, hiç kuşkusuz dünyanın en eski ve geçerli mesleklerinden biri. Her devirde geçer. Dalkavuklar tarihin hiçbir döneminde işsiz kalmadılar.

"Soytarı" geleneği ise önce İngiltere'de ortaya çıkmış, sonra Fransa'ya, oradan da İtalya ve Polonya'ya sıçramıştır.

Shakespeare oyunlarında "Soytarı" tiplemesini, kralın her söylediğini onaylayan, zaman zaman gerçeğe benzer şeyler söyleyen, türlü yalakalık ve madrabazlıklar yapan "politik" bir sembol olarak yansıtmıştır.
Soytarılık geleneğine 1646 da Kral Charles tarafından son verilmesine rağmen Türkiye’de azimle devam ettirilmektedir.

Siyasi ortamlardan kurumsal yapılara, çalıştığınız iş ortamından yönetim kademelerine, şöyle bir düşündüğünüzde soytarı geleneğini sürdüren epeyce zevat gözünüzün önünde canlanacaktır.
Sendikacılık alanı da son yıllarda soytarılardan mahrum kalmadı. “Hak aramak, hak mücadelesi vermek gibi ciddi bir işte nasıl soytarılık yapılır?” demeyin. Ben de yapılamayacağını düşünürdüm ama şahit oldum ki bal gibi yapılıyor.

Şimdi bakıyoruz da yalakalık yapmayı, yalan söylemeyi, münafıklık yapmayı, kendini kral sanan siyasilere, iktidara yağcılık yapmayı huy edinmiş ve bunu da siyaset diye yutturmaya çalışan ne kadar dalkavuk var etrafımızda…

Yalaka, yağcı, evet efendimci...

Ve sayıları gittikçe artıyor.

Neden?

Klinik psikolog ve ‘İşinde kendini iyi hissetmek, niye olmasın?’ adlı kitabın yazarı Yvonne Poncet-Bonissol, sebebini şöyle izah ediyor;

“Kimi yöneticiler yalakalığa çanak tutarlar. Bunlar iktidarı severler, epey özseverdirler. Psikolojik olarak kaygılı insanlardır. Ve maiyetlerinden bu kaygılarını azaltmasını beklerler. Bu yüzden etraflarında dalkavukları toplarlar.”

Ve maalesef günümüz yöneticileri, çevrelerinde ve yakınlarında önlerinde el pençe divan duran, her dediğini koşulsuz şartsız yerine getiren, ona şirin gözükmek için her türlü numarayı yapan, ‘aman efendim ne güzel düşündünüz, bu ne dahiyane bir fikir’ diyen, kötü fikirlerine katılıp kötü şakalarına kahkahalarla gülenleri barındırmayı pek seviyorlar.

Kendilerini pohpohlayan bu kişilere itibar etmekten çekinmiyorlar. Onları hep yanında istiyorlar.

Yani yalakalık ne yazık ki işe yarıyor. Ne ailede ne şirkette, ne de kamuoyunda yalakalık yaparak yükselenlere hiçbir tepkinin olmaması da yalakaların ekmeğine yağ sürüyor.

Hz. Ömer kıssalarıyla iktidara gelenlere ve onlara bu hassasiyetleri sebebiyle oy verenlere hatırlatmak isteriz ki, dinimizde dalkavukluk şirk hükmünde olup Allah korusun imanı zedeler.

O Ömer ki en çok korktuğu şeylerin başında yalakalık ve dalkavukluk gelir.

Şöyle ki; Hz. Ömer’in tayin ettiği valilerden biri, Cuma hutbesi esnasında Ömer’i öyle över ki, bir Sahabe dayanamaz, kalkar, valiye müdahale edip, onu susturmaya çalışır
Hz. Ömer’e iletilir. Halifenin emriyle valiye karşı gelen adam yakalanıp bir suçlu gibi götürülür.

Suçlu kabul edilen Sahabe, Hz. Ömer’in huzuruna girince selam verir. Hz Ömer, hiddetinden selama mukabelede bulunmaz. Onu azarlar…

Bunun üzerine sahabe; Ey Ömer! Ben bir suç işlediysem, sen iki suç işledin, deyince hiddeti birden kaybolan Hz. Ömer sorar;

- Nedir benim o iki suçum?
- Allah’ın selamını verdim de çok hiddetlendiğin için mukabelede bulunmadın. Vacibi terk ettin. Bu bir… Suçluyu dinlemeden tek taraflı hüküm verdin, bu da iki…

Hatasını anlayan Ömer, olayı anlatmasını isteyince, Sahabe;
- Tayin ettiğin vali, hutbede seni öyle övdü, öyle övdü ki bu söz, cemaatin üzerinde sanki fazilet yönünden senin Hz. Ebubekir’den daha üstün olduğun izlenimini bıraktı. İşte bu yanlış düşünceyi zihinlerden silmek için müdahale ettim.

Bunun üzerine Hz. Ömer, o zattan özür dileyip dua istedi ve onu serbest bıraktı. Böyle konuşan valiyi ise hemen görevden azletti.

O Ömer ki, danışmanlarını dalkavuklardan değil, gerekirse kendini eleştirecek ve düzeltecek olanlardan seçti.

İşte örnek; Bir gün hutbede cemaate şöyle seslendi:

“Ben haktan ayrılırsam, hata yaparsam ne yaparsınız?”

Cemaat içinden bir sahabe kalkarak cevap verdi:

“Seni kılıcımla düzeltirim ya Ömer!”

Hz. Ömer de ellerini açarak;  “Ya Rabbi! Sana şükürler olsun ki ben gaflete düşersem, senin adaletinden ayrılırsam, beni kılıcıyla doğrultacak cemaate sahibim” diye şükretti.

Bu örnekleri günümüzün sözde İslam’ı referans alan siyasetçileriyle kıyaslayın lütfen!

Ben kıyasladım, bugünün siyasetçilerin yüceltmek için o şirk dolu sözler, eğer mesela Hz. Ömer’e söylenmiş olsaydı ne olurdu biliyor musunuz?

Ben söyleyeyim; İlah ya da peygamber yerine konulan Hz. Ömer önce bu sözleri söyleyen yalakaların kellesini alır sonra da ‘ben nerede hata yaptım’ diye sabahlara kadar tövbe istiğfar eder ve kendini sorgulardı.