Şu eski yeni kıyaslamasından da ‘siz eskiye mi dönmek istiyorsunuz’ tehdidinden de gına geldi artık.
Millet balık hafızalı olup kıyas yapmaktan bihaber ya ‘eskiye mi dönmek istiyorsunuz’ tehdidi kolay tabi…
Tamam ulan, eskiye dönelim, evet ben eskiye dönmek istiyorum, hadi döndürün beni.
Mesela 2000 yılına götürün…
57. Hükümet iktidarda, Ecevit başbakan, Bahçeli ve Mesut Yılmaz başbakan yardımcısı…
Enkaz devralan bir iktidar…
Gündemde buğday taban fiyatı var madem buradan yola çıkalım.
Evet enkaz devralan bir iktidar ama buna rağmen 1 ton buğday eşittir 25 gram altın!
Bugün ne yapıyor?
Yıl 2024, 1 ton buğday eşittir 3 gram altın!
22 gram altını iç edilen çiftçiye anlatın şimdi derdinizi…
Gidin de eskiyle yeniyi kıyaslayın o çiftçiyle…
Gidin de ona sorun ‘yoksa sen eskiye mi dönmek istiyorsun’ diye…
Yıllardır yazıyorum; Türk tarımı bile isteye çökertiliyor.
Türk tarımına ihanet ediliyor.
Bunu bilmeniz, bunu anlamanız için özellikle eskiye dönmeniz gerekiyor.
Gelin maziye bir yolculuk yapalım.
Türkiye tarımı, Atatürk’ten önce ve Atatürk’ten sonra diye ikiye ayrılır. İlki kalkınmanın ikincisi ise Türk tarımını ve çiftçisini ihmal edip başkalarının kalkındırıldığı iki farklı dönem…
Atatürk döneminde Türkiye, Almanya'ya arpa, İtalya'ya arpa ve yulaf, Almanya, Belçika, İtalya, İsviçre'ye de buğday ihraç ediyordu.
Tarımda açlık tehlikesi olmayan, dünya üzerinde kendi kendine yetebilen 7 ülkeden biriydi. Mevsimlerimiz düzenli, topraklarımız bereketli, ırmaklarımız sonsuzdu.
Rusya ise, yılın dokuz ayında don ve buzlanma sebebiyle tarım yapılamayan dolayısıyla tarım ürünlerine ihtiyaç duyan bir ülke…
Bu şekliyle Türkiye için bir fırsattı.
Yöntem basitti, takas yöntemi…
Biz tarım ürünleri verdik, onlar fabrikalarını…
Dikkat edin fabrikalarını aldık, fabrikalarının ürettiği ürünlerle de yetinebilirdik.
Ama o zaman bir sanayimiz olmaz, milyonlarca insan iş bulamaz, Türkiye dışarıya tek bir ürün ihraç edemezdi.
Dün bizden tahıl alan Rusya, günümüzde 130 milyon tona yaklaşan tahıl rekoltesiyle dünyanın en önemli ilk 5 üreticisi arasında, arpa ve yulaf üretiminde birinci, karabuğday üretiminde ikinci, buğday ve çavdar üretiminde ise dünya üçüncüsü.
Türk tarımının iflasının göstergeleri nedir desem, ilk akla gelen saman ithal edecek duruma düşmemizdir.
Buna bir de savaşın göbeğindeki Ukrayna ve Suriye’den bile tarım ürünleri ithal etmemizi eklenebilir.
Hesapta kıyamet kopsa kendi kendine yeten 7 ülkeden biriydik, açlık endişemiz yoktu.
Ama şimdi, ithal etmediği takdirde açlıktan ölecek ülkeler arasındayız.
İnsanın aklı almıyor; Üç tarafı denizlerle çevrili, mevsimleri düzenli, toprakları bereketli bir ülke nasıl olur da tarım ürünleri ithal eder?
Üstelik de taş taş üstünde bırakılmayan Suriye’den?
Her gün bombalanan Ukrayna’dan?
Atatürk’ten sonra bu hale adım adım getirildik.
1947'de Truman Doktrini, 1948'de Marshall Yardımı derken 1956 Tarım Ürünleri Anlaşması ile üretmeyi bırakıp Amerikan emperyalizminin kucağına oturduk.
Artık Amerika’nın ek dediğini ekecek, bizden al dediğini alacaktık.
Dolayısıyla, üç dönem önceki tarım bakanımızın ‘paramız var ki alıyoruz’ savunması öyle bir dil sürçmesi falan değildi. Durum tespitiydi…
Bugüne dönelim…
Geçtiğimiz hafta buğday alım fiyatı ve destekleri açıklandı.
Hiç de tatmin edici bir rakam olmadığı ve tepki göreceği şuradan belli ki, açıklamayı Cumhurbaşkanı Erdoğan yapmadı bu kez. Tarım ve Orman Bakanlığı basın bülteni ile açıkladı.
Rakam önemli değil, onu geçin de orana bakın.
Bırakın çok eskiyi de geçen yılla kıyaslayın.
Makarnalık buğday alım fiyatı geçen yıla oranla yüzde 11 arttı.
Ekmeklik buğday alım fiyatı yüzde 12 arttı.
Arpa alım fiyatı da yüzde 3,6 arttı.
Peki enflasyon kaç?
Resmi haliyle karartılmış rakamlara göre bile yüzde 75…
Enflasyonunun yüzde 75 olduğu bir ülkede buğday ve arpa fiyatlarını yüzde 11, yüzde 12 gibi oranlarla arttırmak, çiftçinin ürününden ve emeğinden çalmak değil mi?
Çiftçiye sen öl de biz dışarıdan ithal edelim, demek değil mi?