KINAYANLAR KINADIKLARINI YAŞIYOR!

Yüce Mevla’mız ‘Kınayanlara, kınadıklarını yaşatmadan canını almam’ buyuruyor.

Bunu daha ziyade kişisel ilişkilerle sınırlı sanıyordum, değilmiş. Bunun bir de sosyal ve siyasi yönü de varmış. Nitekim son zamanlarda ‘kınayanların, kınadıklarını yaşadıkları’ günleri an be an yaşıyoruz.

Yüce Mevla bu günlerde hem ideolojik alt yapıları gereği hem de eskiyi yerme kendilerini övme babından söyledikleriyle iktidarı ağır bir imtihandan geçiriyor, kınadıklarını yaşatıyor.

Geçen yazdım; Türkiye, savaşa girmediği tek bir mermi harcamadığı halde bu savaştan en çok zararlı çıkacak ülkedir.

Nitekim ben bunu gece saatlerinde yazarken, Merkez Bankası’nın 1 buçuk milyarlık müdahalesine rağmen, bizim paramız dolar karşısında 1.50 kuruş değer kaybederken, savaşın göbeğindeki Rusların rublesi 1.60 civarında değer kazanıyordu.

Siyasi hayatlarını, bu ülkenin kurucu liderlerine eleştiri ve İsmet İnönü’ye sövgü ile geçirenlerin, bugün geldikleri nokta budur, trajiktir.

Türkiye’yi savaşa sokmayan Merhum İnönü’yü, o 2. Dünya Savaşının bütün dünyayı saran krizini görmezden gelerek, o sıkıntıları yok farz ederek suçladılar. Propagandalarını, o dönemin ekmek karneleri üzerine inşa edip rakipleri CHP’yi yerden yere vurdular malumunuz.

Ama bugün o hale geldik ki, 2. Dünya Savaşı yanında sokak çete savaşı hükmündeki bir çatışma bizi ne hallere düşürdü.

Savaşla alakası olmayan Türkiye’de benzine gelecek zam sebebiyle istasyon önlerinde uzun kuyruklar oluştu ki, resme bakınca ‘acaba Ukrayna’yı terk etmeye çalışan sivillerin oluşturdukları kuyruk mu’ diye sormadan edemedik.

İşin bir berbat yanı da şimdi iktidar bu savaşı bahane edecek, hiç de alakası olmadığı halde yaşadığımız ekonomik krizin bahanesi edecektir.

Girmediğimiz savaş yokluğun ve yoksulluğun bahanesi ise, o gün İnönü’ye neden sövdünüz beyler?

Girmediğimiz savaş ekonomik krizin gerekçesi olamıyorsa, siz şimdi bu gerekçeye utanmadan nasıl sarılacaksınız, beyler?

Bir büyük dünya savaşı sırasında zaten yeni kurulmuş bir ülke olan Türkiye Cumhuriyeti’ni bu savaşın dışında tutmayı başaran, Avrupa’da 50 milyona yakın insanı öldüren bu savaşta tek bir Türk’ün burnunu kanatmayan, ticaretin ve üretimin sekteye uğradığı bir dünyada halkına temel gıda maddelerinde haksızlık olmasın diye karne sistemi getiren adamlara demediğinizi bırakmadınız ya hani işte şimdi onun cezasını çekecek ve bunun faturasını da ilk seçimde ödeyeceksiniz.

Bir argümanınız Merhum Ecevit’ti. Yok efendim ezikti, yok efendim bir bidon benzin bulunamıyordu dediniz, durdunuz…

O günlerde dünyayı kasıp kavuran bir petrol krizi vardı zaten ve ona rağmen Kıbrıs Harekatı yapılmış, akan bir damla Türk kanı, bir damla petrole değiştirilmemişti.

Üstüne bir de ambargo yedik, evet ekonomimiz sarsıldı, zor günler geçirdik ama karşılığında Kıbrıs’ı kurtardık.

Ya siz neyi kurtardınız beyler?

Bugün bu sıkıntıları yaşıyorsak karşılığında ne bedel ödedik? Hiç…

Fatih Altaylı’nın deyimiyle; “20 yıl boyunca, para bolluğu içindeki ve çok da derin krizleri olmayan bir dünya ortamında ülkeyi yönetirken, sanki geçmişte bu ülkeyi yönetenler hiçbir soruna, hiçbir uluslararası sıkıntıya maruz kalmamış ve buna rağmen başarısız olmuşlar gibi bir hikaye ile milleti kandırmaya çalıştınız.

Ve şimdi tüm bu sayılanların yanında esamisi okunmayacak bir gerilim ortaya çıkınca ekonomideki başarısızlığı hemen bu olanlara bağlamaya, her türlü ürüne anında büyük oranda zamlar yapmaya başladınız.

Avrupa Konseyi’nde tavır bile alamadınız.

Vatandaşlarımızı Ukrayna’da kaderleri ile baş başa bıraktınız.

Boşuna dememişler Allah’ın sopası yok ki diye.

Gördünüz mü geçmişe haksızlığın ne demek olduğunu şimdi.

Hava günlük güneşlik iken kaptanlığınızla övündünüz.

Şimdi az biraz rüzgar görünce, anladınız mı geçmişin fırtınalarında kaptanlık yapanların kıymetini.

Ukrayna’nın düşürüldüğü durum, umarım bazı boş kafalara bu bölgede bağımsız olarak yaşamanın ilk şartının, güçlü ve caydırıcılığı yüksek olan Milli Orduya sahip olmak ile mümkün olacağını göstermiştir.

Umarım ki, Lozan ve Montrö’nün Türkiye Cumhuriyeti Devletinin garantisi olduğu, utanmadan “Lozan Hezimettir” diyen, Montrö’yü savunan Emekli Amirallerimizin uyarılarına “Zevzeklik” diyen Türk Ordusu düşmanlarının kafalarına dank etmiştir.

Yine umarım ki, Atatürk’ün büyüklüğü ve dehası daha iyi anlaşılmıştır.”
Ve gelelim Atatürk ile ilgili sınavınıza…

Atatürk, o kısacık ömrüne onlarca savaş sığdırdı. Barış döneminde geçen hayatı hepi topu 15 yıldı.

Ama aziz Atatürk o kısacık zaman dilimine yeni ve “Yurtta sulh, cihan da sulh” şiarıyla dünyayla barışık bir Türkiye yarattı.

O’nun bıraktığı mirası çarçur ettiğimiz gibi öngörülerini de umursamamanın bedelini ağır bir şekilde ödüyoruz, ödeyeceğiz.

Neydi öngörüleri ve buna karşılık yaptıkları?

Türkiye-Sovyet Rusya arasında 1925’te “Saldırmazlık Antlaşması” imzalandı!
Türkiye-Yunanistan-Romanya-Yugoslavya 1934’te “Balkan Paktı” imzaladı!
Türkiye-İran-Irak-Afganistan arasında 1937’de “Sadabat Paktı” imzalandı!
Atatürk, Dışişleri Bakanlığına “Ortadoğu’ya bulaşmayacaksınız” emrini verdi!
Böyle yaparak, Türkiye’nin komşularıyla tüm problemlerini çözmüş, “Komşularla Sıfır Sorun” olayını 85 sene evvel gerçekleştirmişti.

Sonrası malumunuz, “Stratejik Derinlik” adını verdikleri dış politika saçmalığıyla, sıfır sorundan “Sıfır Komşu” durumuna getirildik.

Şimdi de o komşularla tekrar ekonomik ve siyasi ilişkiler kurmak için kapı kapı dolaşıp yalvarıyor, itibarımızı iki paralık etmekle kalmayıp büyük bedeller ödetiyorlar.

Beğenmedikleri, mimarlarını aşağıladıkları Lozan, bu ülkenin tapusuydu. Hem hakaret ettiler hem de başları sıkışınca yine Lozan’a sığındılar.

Şimdi de çiğnemeye, saçma sapan kanal projeleriyle delmeye çalıştıkları Montrö, inanın ki hem bu ülkeyi hem de yönetenlerinin ikbalini kurtaracak.

Biz yıkılışımıza sebep olan Birinci Dünya Savaşı’na nasıl girdik, hatırlarsınız…

Osmanlı, Ağustos 1914'te Çanakkale Boğazı'na giren 'Goeben' ve 'Breslau'yu satın aldı, adlarını da 'Yavuz' ve 'Midilli' olarak değiştirdi. Bu iki gemi, 29 Ekim 1914'te Alman komutanın yönetiminde Karadeniz'e açılıp, Rus limanlarını bombalayınca kendimizi Birinci Dünya Savaşı'nın içinde bulduk.

Ama şimdi, Atatürk’ün ileri görüşlülüğü sayesinde bize miras kalan Montrö Anlaşması ile, bizi istemediğimiz, Karadeniz ve civarında yaşanan hiçbir savaşa dahil ve müdahil etme gerekçeleri yok.

Şimdi bize düşen, bu anlaşmanın kadrini kıymetini bilmek ve doğru yerde durmak zorundayız.

Bize Atatürk'ün öğrettiği ve emrettiği her ne varsa onu yapmalıyız.

Atatürk bize anti-emperyalist olmayı öğretti.

Emperyal hayallerin dünyayı nereye getirdiğini açıkça ortaya koydu. Halkçılığı ve toplumsal kalkınmayı öğretti. Savaş zorunluluk değilse cinayettir dedi. Hep barışı savundu.

Bu yüzde biz de Putin'in emperyal amaçlarının önünde durmalıyız.

Kaldı ki Rus’un hayal ettiği harita bizi de tehdit ediyor.

O hayali haritaya göre, Yeşilköy'e kadar olan topraklar da Rus toprağı, Ardahan ve Kars dahil.

Peki bu tehdit karşılığında biz ne yapacağız? ABD’ye mi sığınacağız? Hayır.

Dün yazdım;

“Ülkücülük Emperyalist senaryolara figüranlık yapmak değildir.

Merhum Arvasi, Türk İslam Ülküsü adlı eserinde şöyle der;

“Bugün yeryüzünde iki sömürgeci ‘blok’ vardır. Bunlardan biri kara renkli kapitalist emperyalizm; diğeri ise bütün fraksiyonu ile kızıl emperyalizm.

Birincisi ‘çok uluslu şirketlerin’ paravanasında, ‘az gelişmiş veya gelişmekte olan halklara yardım etmek, özgürlük ve uygarlık götürmek’ maskesi altında, ikincisi de ‘ezilen, sömürülen halklara bağımsızlık, özgürlük ve adalet götürmek’ maskesi altında sınıfsal savaş sloganı ile ‘iç savaşlar’ çıkarmakta ve ‘dünya proleterlerinin dayanışması’ adı altında işgalini gerçekleştirmektedir.”

Dolayısıyla biz, kırk katır ile kırk satır arasında bir tercih yapmak zorunda değiliz.

İki Emperyalist blok arasında tercih yapmaktansa, kendimiz tercih haline gelmeli, önce içimizde milli birliği oluşturup, güçlü bir devlet haline geldikten sonra, bize benzeyen ve hatta bizden olan ülkelerle bir lok oluşturarak, tıpkı Atatürk döneminde olduğu gibi örnek ve ağabey ülke haline gelmeliyiz.

Ha, bu iktidarla mı? Mümkün değil.

MEHMET ALİ GÜLLER; MONTRÖ SİGORTADIR

Ukrayna’da son üç günde yaşananlar, her açıdan derslerle dolu. Bu derslerin tarihi, siyasi, iktisadi, coğrafi, askeri, diplomatik, stratejik, jeopolitik yönleri var.

Birinci ders: Liderler, siyasetçiler, devlet yönetiminde sorumluluk alanlar çok iyi tarih, coğrafya, iktisat, siyaset bilmelidir. Satrançta usta olmalıdır. Rakibi, düşmanı, hasmı çok iyi tanımalı, tartmalıdır. Yönettiği ülkenin devlet kapasitesini, dayanma gücünü çok iyi ölçüp biçmelidir. Ukrayna Devlet Başkanı Zelenski, belli ki bu konularda çok yetersiz. Bırakın uzak geçmişi, Çarlık dönemini, Soğuk Savaş yıllarını, 2008’de Rusya ve Gürcistan arasındaki savaştan gerekli dersi çıkarsaydı, ülkesi bu duruma düşmezdi.

İkinci ders: Rusya son 100 yılda üç kez isim, üç kez rejim, üç kez siyasi harita değiştirdi. Çarlık Rusyası, Romanov Hanedanlığı yıkılıp, 1917 Ekim Devrimi sonrasında 1922’de SSCB, komünist rejim kuruldu. 1991’de SSCB dağıldı. Federal bir cumhuriyet, yarı başkanlık sistemi, kapitalist ekonomi kuruldu. Fakat Rusya’nın jeopolitik arzuları ve duyarlılıkları, devlet deneyimi, diplomatik hafızası hiç değişmedi.

Üçüncü ders: Rusya, Gürcistan’la 2008’de savaştı. Gürcistan toprak kaybetti. Rusya, Ukrayna’yla savaşıyor. Ukrayna toprak kaybetti. Bu durum şunu gösterdi: Rusya’nın kabul etmediği hiçbir bölge ülkesi, NATO’ya üye olamaz. Rusya, NATO’nun Rusya’ya dönük kuşatma, çevreleme adımlarına bir kez daha silahla karşı koydu çünkü.

Dördüncü ders: ABD, NATO, Avrupa Birliği ve İngiltere’nin, ne Ukrayna için savaşması ne de Rusya’ya karşı savaşması söz konusuydu. Çünkü böyle bir güçleri yok. NATO’nun 5. maddesi de Ukrayna için işlemez. Zira Ukrayna, NATO üyesi değil. Rusya’ya karşı açıkladıkları ekonomik yaptırımlar ise Rusya’yı caydırmaktan, Rusya lideri Putin’e geri adım attırmaktan çok uzak.

Beşinci ders: Almanya başta, Avrupa’nın Rus doğalgazına olan yüksek bağımlılığı, Avrupa’nın Rusya’ya karşı elini zayıflatıyor. Bugünden yarına, akşamdan sabaha doğalgaz yerine başka bir enerji kaynağı ikame etmek, Rusya gibi büyük bir enerji tedarikçisi yerine başka bir ülke koymak da olanaksız. O nedenle Almanya’nın durdurduğu Kuzey Akım 2 projesi, Rusya açısından gelir kaybına sebep olsa da Almanya açısından da büyük bir sorun yaratacaktır.

  1. ders: Rusya lideri Putin, kendisini adeta yeni bir kurucu lider olarak görüyor, tarihe böyle geçmek istiyor. Ülkesini yönettiği 2000 yılından beri, önce Rusların hayli incinmiş, örselenmiş olan ulusal gururunu tamir etti, ülkesinin yakın çevresinden başlayarak, ardından daha geniş bir coğrafyaya yönelerek güvenliğini sağladı. Otoriter yönetimiyle ekonomide, diplomaside, bürokraside, güvenlikte önemli adımlar attı. Birkaç gün önceki konuşmasında Lenin’i eleştirmesi, Çarlık Rusya dönemine dikkat çekmesi, Soğuk Savaş yıllarından bahsetmesi, bu iddiasının kanıtı. Karşısındaki liderlerin (ABD’de Biden, İngiltere’de Johnson, Almanya’da Scholz) Putin’le kıyaslanabilecek bilgi birikimi, bürokratik deneyimi, devlet tecrübesi yok. Putin; Rusya’nın, ekonomik gücünün ve sınırlarının çok ötesinde, geniş bir alanda politik ve diplomatik nüfuza ulaşmasını sağladı. Suriye, Libya, Dağlık Karabağ, Doğu Akdeniz, Kazakistan, Çin’le kurulan stratejik ilişkiler bunlardan sadece birkaçı.

Yedinci ders: Montrö Boğazlar Sözleşmesi’nin ne denli vazgeçilmez ve yaşamsal olduğu bir kez daha görüldü.

Sekizinci ders: Rusya; Türkiye’nin üç büyük dış ticaret ortağından biri, en büyük doğalgaz tedarikçisi, en çok turist yollayan ülkeler arasında, en fazla buğday ithal ettiğimiz ülke. Dahası, Türkiye; Rusya’dan S-400 hava savunma sistemi aldı. Rusya, Mersin Akkuyu’daki ilk nükleer santralı yapıyor ve çalışacak Türk personeli eğitiyor. Tüm bunlar, Rusya’nın Türkiye’nin ekonomisi, ticareti, enerji kullanımı, savunması üzerindeki gücünü gösteriyor. O nedenle Türkiye çok dikkatli olmak zorunda.