Biz hemen her konuda taraf olup iki parçaya bölününce, birilerinin de bu farklılıklarımızı kullanması ve nifaktan beslenmesi kaçınılmaz.
Haliyle sözde karşıt partiler, ortak noktalarımızı es geçip farklılıklarımızı öne çıkarıp, bizi düşmanlaştırıp, sonra birbirimizle tokuşturup, tabanlarını düşmanlaştırarak malı götürdüler.
Neyse ki çoğumuz akıllandık da en azından birbirimize kurşun sıkmıyor aksine karşı tarafı anlamaya çalışıyor ve daha önemlisi müşterek dertlerimizde ortak tavır gösterebiliyoruz.
Hala aklı başına gelmeyenler, kendilerini kullandıranlar için de birkaç ibretlik anekdot aktarayım, belki faydası olur;
Ne diyordu o Suriyeli hatırlayalım;
“Biz Suriye’de önyargılı yaşıyorduk. Birbirimize tahammülümüz kalmamıştı. Suriyeliler arasındaki fay hatları patlama noktasına gelmişti. Şiiler, iktidar olduğu için kimseyi beğenmiyor, Sünniler, çoğunluk benim diye herkese tepeden bakıyor, Hristiyan zengin olduğu için kürdü ezmeye çalışıyor, Arab’ı başka, Türkmen’i başka konuşuyordu. Herkes herkesi beğenmeyip aşağılıyor, sosyal medyada karşılıklı incitici, hakaret edici paylaşımların önü alınamıyordu. Herkes, herkesten uzaklaşıyor, en iyinin kendisi olduğuna inanıyor, başkasını kabullenmiyordu. Hepimiz, en ahlaklı, en namuslu, en dindar kendimizi sanıyorduk. Sonunda ülkemiz paramparça oldu ve Sünni, Şii, Arap, Kürt, Türkmen birleştik. Ama Gaziantep Çöplüğünde. Çöp toplarken artık tartışmıyoruz, yani birlikte yaşamayı çöplüğe düşünce öğrendik…”
Bir örnek de Nazi Dönemi Almanya’sından Papaz Niemöller’in sözleri;
“En önce komünistleri hapsettiler ve biz bundan hemen haberdar olduk. Evet, biz kilise için yaşıyorduk ve komünistler kilisenin dostu değildi hatta kilise onları düşman ilan etmişti. Tabii bunun için sesimizi çıkarmadık… Sonra sendikalara sıra geldi. Sendikaların da kiliseyle bir ilişkisi yoktu ya da hiç olmamıştı. Biz bu sefer de her koyun kendi bacağından asılır dedik…
Komünist kesinlikle değildik ve hatta kilisenin düşmanı komünistlerin faşistler tarafından tutuklanmaları dolayısıyla yakamızdan düşmelerine rıza gösterdik bile…
Komünistlere, sosyal demokratlara, sendikacılara yapılanları kabul ettik. Bunlar bizi ilgilendiren şeyler değil dedik…”
Sonrası malumunuz; Yahudiler haksızlığa uğrarken Yahudi olmadıkları için, Komünistler haksızlığı uğrarken Komünist olmadıkları için sesini çıkarmayanlar, sıra kendilerine geldiğinde, imdat istediler, kafalarını kaldırıp şöyle bir baktılar ki, seslerini duyacak ve yardımlarına gelecek hiçbir kişi/grup kalmamıştı.
Dolayısıyla dostlar, farklı görüşlerden olabiliriz, hatta etnik kökenimiz bile farklı olabilir, hiç önemli değil neticede Türkiye Cumhuriyeti vatandaşlığı üst kimliğinde buluşabilir, bu ülke ve bu toplum için her şeyin en iyisini ve en güzelini birlikte tahayyül edebilir hatta gerçekleştirebiliriz.
Mesela pek çok şeyimiz farklı olsa bile mesela ‘adalet’ noktasında buluşabiliriz.
İşte, merhum Sinan Ateş cinayet dosyası çoğumuzu ‘adalet’ noktasında birleştirdi.
Haliyle eşi Ayşe Ateş’e de bu manada bir çağrı ve özeleştiri yapmak düşerdi.
Yaptı nitekim;
“Sinan'ı sokak ortasında katlettiklerinde gördüm ki o ana kadar taşıdığımız, ömrümüzü adadığımız bütün inançlar yalanmış. Sinan öldürüldükten sonra yaşananları takip ettim. Düne kadar "Reis" diyenlerin sessizliğini, kapısında el pençe divan duranların şerefsizliğini izledim. Sonra baktım ki geçmişte beğenmediğimiz, sevmediğimiz insanlar bizim hakkımızı almak için katillerden hesap soruyor, aldıkları tehditlere rağmen katillere kafa tutuyor. İşte o anda hayat bana bu yaşadığım acı tecrübeyle beraber yeni bir şey öğretti: Sağ, sol yok. İnsanlık var. İyilik var.
O günden sonra acıya dil, din, renk, hüviyet sormamayı kendime felsefe edindim. Geçmişteki hatalarımla, yanlışlarımla yüzleştim. En ağır öz eleştiriyi yaptım. Bu vesileyle şunu belirtmek isterim: Bu ülkede geçmişten bugüne benimle aynı zulme uğrayan, benzer acıları tecrübe eden, ortak kader yaşayan bütün kadınlar öz kardeşimdir. Daha önce defalarca söylediğim gibi: Başlattığım adalet arayışı, yürüttüğüm hukuk mücadelesi adalet arayan bütün vicdanların ayak sesleridir. Korkutularak, tehdit edilerek eve hapsedilen ya da hapsedilmek istenen bütün kadınların bağımsızlık; parkta oyun oynamaya korkan bütün çocukların özgürlük mücadelesidir. Onlar bölmek, parçalamak, yok etmek istiyorlar. Tıpkı geçmişte olduğu gibi bu siyasi cinayet de konuşulmasın diye her yolu deniyorlar. Ama nafile... Çünkü başka çaremiz yok. Biliyoruz: Bugün susacak, duracak, yorulacak olursak hem çocuklar için hem de kadınlar için yarın güvenilir bir tek sokak kalmayacak. Dün Sinan'ı hedef alıp katleden ve sesi herkes tarafından duyulan namluya bugün takılmak istenen susturucu, yarın başka cinayetlerin namlularının ucuna takılacak. Bu yüzden birlik olmaya, bir arada kalmaya devam etmeli, karanlığın ürpertici siyahını "Adalet!" nidalarıyla paramparça etmeliyiz.”
Evet, Ayşe Ateş ibretlik mücadelesi ile ona destek olanlar onurlu duruşları ile herkese bir çağrı yapıyorlar, anlayana…
Diyorlar ki; Biraz aklınız ve vicdanınız varsa, 12 Eylül öncesi şartları yeniden yaşamak istemiyorsanız, bölünmek, parçalanmak ve başkaları gibi başka bir ülkenin çöplüğünde buluşmak istemiyorsanız, tercihinizi bu ülkenin birliğine, bütünlüğüne, kardeşliğine yönelik yapın.
Sağ, sol yok. İnsanlık var. İyilik var.
Erol Afşar
Bu içeriğe tepkiniz
Yorumlar