AHMET ÖZKAN; TARIMDA KITLIK DÖNEMİ BAŞLIYOR!
Siyasetin yeni yüzlerinden DEVA Partisi Adapazarı İlçe Başkanı Ahmet Özkan ile tarım endeksli yokluğu ve yoksulluğu konuştuk;
İktidar, eleştirdiği hali yaşıyor, tarım ürünleri çok pahalı, ucuz tedarik kuyrukları uzadıkça uzuyor. Ne diyorsunuz?
Rusya-Ukrayna savaşı ile birlikte tarım emtia fiyatlarında görülen sert yükselişler ve aynı zamanda tedarikten kaynaklanan sıkıntıları yaşıyoruz.
İktidarın tarımı ihmal etmesi sebebiyle tarım ürünleri ve gıda konusundaki bağımlılığımız, deyim yerindeyse milli güvenlik meselemize dönüşmek üzere.
Saldırı altındaki Ukrayna, stratejik olarak tanımlanabilecek tarım ürünlerinin önemli bir kısmında ihracatını askıya alması nedeniyle tedarik konusunda sıkıntı yaşıyor, döviz ve kur oynamalarından dolayı tedarik ettiklerimizi de çok pahalıya almak ve fahiş fiyatla sunmak zorunda kalıyoruz.
Ukrayna hükümeti, haklı olarak çavdar, yulaf, karabuğday, tuz, şeker, et ve hayvancılık ihracatını durdururken, buğday, mısır ve ayçiçek yağı ile kümes hayvanları ve yumurta ihracatına da öz izin şartı getirdi. Bir de ek olarak gübre ihracatına yasak getirdi ki bu durum en büyük ithalatçı olarak bizi yakından ilgilendiriyor.
Bu arada, bir başka önemli tedarikçimiz Macaristan da, savaş savaştan kaynaklanan fiyat oynaklığı gerekçesiyle tüm tahıl ürünlerine ihracat yasağı getirdi.
İhtiyacımızın az bir kısmını giderdiğimiz Moldavya da Mart ayı itibariyle buğday, mısır ve şeker ihracatını durdurdu.
Romanya da tıpkı Bulgaristan gibi tahıl ticaretinde gayri resmi bir ihracat kısıtlamasına başvurdu.
Buğday stoklarını 1,5 milyon ton artıracağını duyuran Bulgaristan da örtülü bir ihracat yasağı getirdi.
Bu demek oluyor ki büyük bir tedarik sıkıntısı yaşayacağız.
Paramız var ki alıyoruz anlayışıyla tarımı bitiren iktidar, ülkemizi bundan böyle parası olsa da ürün alamayacak duruma düşürdü.
Paramız var ki alıyorduk.
Türkiye’nin geçen yıl yağlı tohumlar ve türevlerine ödediği toplam ithalat bedeli 4.9 milyar dolar. Bir başka deyişle, yağlı tohum ithalatı, Türkiye’nin en büyük 5 ithal kalemi arasında yer alıyor.
Sadece buğday ithalatımız 2.5 milyar dolar. Dolayısıyla risklerin her geçen gün arttığı bir süreçten geçerken Türkiye’nin yerli üretimini artırması bir tercih değil zorunluluktur.
Bir ülke gıda konusunda, kendi kendine yettiği kadar bağımsız ve güçlüdür.
Biz DEVA Partisi olarak tarım konusunu bir milli güvenlik sorunu olarak görüyor, bu sorunu aşmanın ve bağımsız bir ülke olabilmenin yolunun da yerli ve milli üreticimi artırmak ve Türk çiftçisini alabildiğince desteklemekten geçtiğini biliyoruz.
Tarım Eylem Planımızda da belirttiğimiz gibi “Tarım, günümüzde stratejik öneme sahip sektörlerin başında geliyor. Su ve gıda krizinin kapıya dayandığının farkındayız. Ülkemizi bu krize karşı korumayı bir vatandaşlık görevi olarak görüyoruz. Bu nedenle tarım politikalarına öncelik veriyoruz. DEVA Partisi’nin tarım eylem planını da yarınlarımıza güvenle bakma amacıyla hazırladık. Tarım eylem planımızda, çiftçimizin yaşadığı yakıcı sorunların kısa vadede çözümünü göreceksiniz. Yapısal sorunların yapısal çözümleriyle karşılaşacaksınız. Biz, her vatandaşımızın sağlıklı, güvenli, yeterli ve dengeli beslenmesini sağlamayı hedefliyoruz. Üreterek zenginleşen, çiftçisinin hakkını veren bir Türkiye hayal ediyoruz.
Şimdi de yem krizi baş gösterdi malumunuz. Ne olur bu işin sonu?
Dediğim gibi Rusya-Ukrayna savaşı, gıda güvenliğinin ve gıda egemenliğinin ne kadar önemli olduğunu bir kez daha ortaya koydu.
Ancak maalesef bu ülkeyi, bunu anlayabilecek ve tedbirler alabilecek bir iktidar yönetmiyor.
Gerek üretim yerine ithalatı seven ve gerekse uluslararası tarım firmalarının temsilcisi gibi davranan ve çoğu da öyle olan Bakanlar sayesinde gıda ve tarım ürünlerinde dışa bağımlı hale geldik.
Bu anlayışın neticesini örneğin son Ayçiçek yağı krizi ile yaşadık ama halen görünürde ders alan bir iktidar ve ders alan bir bakanlık göremiyoruz.
Yaşanan savaş, savaşan ülkelere olan gıda bağımlılığımız sebebiyle bize sadece ayçiçek yağı ve buğday konusunda ilgilendirmiyor. Asıl büyük hayvancılıkta, et ve süt üretimi konusunda yaşanacak gibi görünüyor. Nitekim yaşanıyor da ki üretici feryat etmeye başladı. Köy ve esnaf ziyaretlerimizde onların feryadını duyuyor, çaresizliklerini yaşıyoruz.
Bu krizin sebebi de yem hammaddelerinde fiyatlar artması, artan yem fiyatları karşısında çiğ süt fiyatının sabit tutulması…
Öyle ki çiğ süt üreticisi sattığı 1 litre çiğ süt ile 1 kilo yem alamaz hale geldi.
Hal böyle olunca, inek ve düve kesimi hızlandı. Çünkü işin içinden çıkamayan üretici süt hayvanlarını dahi gözden çıkarmak zorunda kaldı.
Evet, Toprak Mahsulleri Ofisi, ithal ettiği arpa ve mısırı üreticiye piyasa şartlarına göre daha ucuza veriyor ama bundan yetiştiricilerin hepsi yararlanamadığı gibi yetersiz kalınca, verilen bu destek yetmiyor.
Sayın Cumhurbaşkanı geçtiğimiz günlerde Tarım Kredi Kooperatiflerinin yemde yüzde 12 indirim yapacağını açıklamıştı, yapıldı da ama sonrasında yine yüzde 20 zamlandı.
Çünkü yem ve yem hammaddelerini dışarıdan ithal ediyoruz. Kurdaki oynamalar sebebiyle de fiyatları kontrol edemiyoruz.
Karşılığında süt fiyatları yerinde saydığı için, süt ucuz olunca süt inekleri, hayvancılığın geleceği olan düvelerin kesimi hızlanıyor.
Eskiden bir tarım ülkesi olan ülkemiz maalesef yıllardır saman dahil ihtiyacı olan yem hammaddelerinin yüzde 50’ni dışardan alıyor.
Yapılması gereken yem hammaddelerindeki dışa bağımlılığı ortadan kaldırmak. Yem üretimini artırmak. Ama görünürde bunu yapacak bir iktidar yok.
Biz üretime yönelmediğimiz müddetçe Rusya’dan gelecek Ayçiçek gemilerinin yolunu gözlemeye Ukrayna ve Rusya’dan gelecek kepek gemilerini beklemeye devam ederiz.
Mağdur üreticilerin anlattıklarına göre, çok büyük bir kısmını Rusya ve Ukrayna’dan ithal ettiğimiz kepek fiyatları, savaştan önce tonu 190 dolardı. Şimdi 300 doların üzerine çıkmış. Buna rağmen de tedarik yok ve sektör çok zor durumda.
Peki nasıl çözülecek?
Çözüm için önce kafa değişecek. Ya bu iktidar tarıma bakış açısını değiştirecek ya da vatandaşlar bu iktidarı alaşağı edip, tarıma, üretime önem verenleri başına geçirecek.
Biz DEVA Partisi olarak çözüme talibiz ama çözüm yolunu göstermekten de imtina etmeyiz.
Derhal, ithalatçı politikayı bırakıp üretime geçmeliyiz.
Ayçiçek tarımsal üretimi artırılsa sadece bitkisel yağ, ekmek üretimindeki sorunlar çözülmeyecek yem sorunu da çözülür. Ayçiçeği üretimi arttırılınca çekirdeği ülke içinde kırılarak hem yağ elde edersiniz hem de çekirdeğin kabuğundan posasından küspe elde ederek yem üretiminde değerlendirirsiniz.
Buğday üretimini artırırsanız ve un ihracatı için değirmenleriniz çalıştığında ortaya çıkan kepek yemde kullanılır.
Şeker pancarı üretimini artırırsanız işlenirken elde edilen melas yemde kullanılır. Arpa, mısır gibi ürünlerin üretimini artırırsanız doğrudan yem sorununun çözülmesine katkı sağlamış olursunuz.
İktidar ya bunları yapmalı ya da yapacak olanların önünü açmak için derhal seçime gitmelidir.
Kur Korumalı mevduatta 3 aylık süre doldu. Parası olan parasının değerini korurken üstüne de iyi bir oranda faiz aldı. Pardon faiz miydi o?
Faiz demeyelim ona. Faiz dinimizde haram, nassa aykırı malumunuz. Biz ona kâr payı diyelim de faiz düşmanı iktidar kızmasın!
Evet, kur artmasın diye bilimsel ve mantıklı tedbirler almak yerine, ama dövize yatırmayın, bize yatırın, biz sizin paranızı kur artışlarından koruyalım anlayışıyla başlayan saçma uygulamada 3 ay doldu. Ne oldu? En basit anlatımıyla; Zengin üst komşu örneğin 100 bin TL’sini kur korumalı mevduata yatırdı. Kur da artınca üç ayda 20 bin lira kazandı. Şimdi o zengin üst komşunun kazandığı 20 bin Tl’nin 4 binini banka 16 binini alt komşu ödeyecek!
Yeni düzenleme ile yurt dışında yaşayan Türkler ve yabancılar da para yatırabilecekmiş. Ne diyorsunuz?
Ne diyeyim, demek ki sadece ülkemizdeki zenginlerin değil, ülke dışında yaşayanların ve yabancıların da daha çok zenginleşmesi için daha çok çalışacağız.
Biz çalışmadan, üretmeden, istihdam sağlamadan ve faiz arttırmadan da dövizi kontrol ederiz inadıyla başlatılan uygulama, yabancıların paraları için de geçerli olacak. Artık bu ülkenin yoksulları sadece zengin üst komşusunun değil, yabancı uyanıkların da kurdan kaynaklanan faiz gelirlerini ödeyecekler.
Sistemi icat edenler çok dindar(!) oldukları için “nass” gereği faizi arttırmadılar ama tüyü bitmedik yetimin hakkını, varlıklı insanlara peşkeş ekmeyi dinen mahzurlu görmediler.
Bir değişiklik de süreyle ilgili yapıldı. "Dövize endeksli mevduat (DEM)" diye bilinen kur korumalı TL mevduat sisteminde bireylere süre sınırlaması kalktı. Doları altını getirenler istedikleri zaman paralarını DEM’lenmiş şekilde çekebilecekler.
Sadece son on altı yılda 6 trilyon 749 milyar 591 milyon 743 bin lira vergi ödedik. Ödediğimiz bu vergilerin 1 trilyon 86 milyar 101 milyon 543 bin lirası bütçeden faize gitti. Şimdi de “Kur Korumalı Mevduat” uygulaması nedeniyle on milyarlarca ilave faiz yüküne katlanacağız…
Parası olmayanların, parası olanların faizini ödemeye devam ettikleri bu düzeni değiştirmek şart oldu.
Bunun için de vatandaşı soyan bu iktidardan bir an önce kurtulmamız gerek!
Faiz düşmanı iktidar faizi indirdi mi gerçekten?
Biz buna evet faiz indi ama kâr payı yükseldi diyelim. Faiz indi ama döviz yükseldi, dövizle birlikte enflasyon yükseldi, enflasyonla birlikte yokluk ve yoksulluk yükseldi. Demek ki faiz sebep enflasyon sonuçtur tezi yanlışmış.
Peki anladılar mı?
Zannetmiyorum. Bu inat sebebiyle ödeyecekleri üç aylık kur farkı yaklaşık 30 milyar lira.
Buna bir de iç ve dış borcu çevirmek için dışarıdan alınması gereken parayı ve o paraya uygulanan faizi ekleyin. Bakın en son 17 Mart'ta 2 milyar dolar borç aldılar, yüzde 8,62 ile borçlandılar.
Dövize uygulanan bu faize bir de kur farkını ekleyin ve bu ülkenin zararını düşünün.
Bakın biz yüzde 8,62 ile borçlanırken Mısır yüzde 3,87 ile borçlanıyor, Bahreyn yüzde 4,25 ile borçlanıyor, Fas yüzde 2,37'yle borçlanıyor, Suudi Arabistan yüzde 1,73 ile borçlanıyor, Arnavutluk yüzde 3,5 ile borçlanıyor. Hong Kong binde 62'yle borçlanıyor, Ürdün yüzde 4,95'le borçlanıyor.
Bu demektir ki iktidarın faiz düşmanlığı lafta kalıyor, sana bana gelince faiz haram ama yurt dışı faiz lobilerine gelince helal.
Bize gelince nass ama faiz ödemeye gelince nass yok.
Bakın bu ülke 2018 Temmuz’undan bugüne kadar 68 milyar 249 milyon dolar sadece yabancılara faiz ödedi. Bugün için her ay 1 milyar 551 milyon dolar yabancılara faiz ödüyoruz,
Yani faiz yok demekle yok olmuyor.
Ama yol yapıyorlar, köprü yapıyorlar!
O yaptıkları da tıpkı faiz gibi yandaşlarına servet transfer etmekten başka bir şey değil.
Ne yani siz köprüye de mi karşısınız?
Yok öyle bir şey. Biz iktidara neden yol, köprü, tünel, havaalanı, hastane yaptınız demiyoruz.
Biz neden yapıldığını değil, nasıl yapıldığını sorguluyoruz.
Bu projelerin maliyetinin kat be kat fazla olmasının sebebini ve hesabını soruyoruz.
Bu da hem vatandaş hem siyasi parti olarak bizim kamusal görevimizdir. Bize kısmasınlar. Olayı saptırmasınlar. Bakın hazine garantili projelerin toplam maliyeti 85 milyar dolar. Bu sadece maliyet kısmı. Buna bir de örneğin Zafer Havaalanında olduğu gibi yüzde 90’lık kullanım garantisi sapmalarını da ekleyince yediğimiz kazık ortaya çıkıyor.
Örneğin şehir hastaneleri. Maliyet büyüklüğü yaklaşık 12 Milyon dolar ama hazine garantisiyle bu rakam 97 milyar dolara fırlıyor.
97 milyar dolar ile yaptık dediğiniz hastanelerin on katını yapabilir, üstüne de bedava sağlık hizmeti verebilirsiniz. Mesele bu...
İyide bu hizmetler Türkiye’de ve Türk şirketler tarafından yapıldı. Biz niye dolar üzerinden konuşuyoruz?
İşte zurnanın zırt dediği yer de burası maalesef. Siz kendinize dolar karşılığı ev, yol, köprü yaptırır mısınız? Bu enayilik olur değil mi? Ama yandaş firmalara kamu hizmetlerini dolar karşılığı yaptırıyoruz. Garantilerini de dolar karşılıklı veriyoruz. Şu berbat dönemde bile iktidar kalkıp ‘yahu ekonomi bozuk, gelin şunu Türk Lirasına çevirelim’ demedi, diyemedi...
Sebebini de hepimiz biliyoruz?