TUT BENİ EY ORUÇ!

Yüce Mevla, Ahzab Suresinde buyuruyor;

“Şüphesiz, Müslüman erkekler ve Müslüman kadınlar, mü'min erkekler ve mü'min kadınlar, gönülden (Allah'a) itaat eden erkekler ve gönülden (Allah'a) itaat eden kadınlar, sadık olan erkekler ve sadık olan kadınlar, sabreden erkekler ve sabreden kadınlar, saygıyla (Allah'tan) korkan erkekler ve saygıyla (Allah'tan) korkan kadınlar, sadaka veren erkekler ve sadaka veren kadınlar, oruç tutan erkekler ve oruç tutan kadınlar, ırzlarını koruyan erkekler ve (ırzlarını) koruyan kadınlar, Allah'ı çokça zikreden erkekler ve (Allah'ı çokça) zikreden kadınlar; (işte) bunlar için Allah bir bağışlanma ve büyük bir ecir hazırlamıştır.”

Ayetten anlıyoruz ki oruç bir bağışlanma ve mağfiret vesilesidir. Yeter ki sabırla, usulüne uygun ve sadece mide ile değil bütün organlarca tutulsun.

Ya da öyle bir oruç olsun ki nefse bağlı bütün organları tutsun, dil başta olmak üzere…

Şair M. Nihat MALKOÇ bu manada güzel bir şiiri var, aktarayım;

“Masmavi bir göğün şafağında dalarken yemyeşil düşlere,
Kalemin zehirli kanı damlar bem
beyaz sayfalara,
Bulutlar kusar acıların haram meyvesini,
Şakiler tutar yolların nurlu kavşağını,
Gözlerimin kan çanaklarında yüzer sülükler,
Sen yetişirsin ufukları kuşatan ve kucaklayan ramazan.
Sen derman olursun katmerleşen yürek yarama,
Panzehirim, azgın fırtınalarıma şefkatli liman…
Tut beni ey oruç; tut ki uçurumlarda hakikatin eteğine yapışayım.
Yalanların kızgın ateşinde akışkan berrak suyum ol…
Çığlıkların tahtında suskunluklarımın sesi ol.
Ensemde hissettiğim korkuların nefesi dağılsın enginliklere,
Tutsun elimden nur yüzlü bir derviş, çekip alsın Yusuf’un kuyusundan,
Yalan
denizlerinde karaya vurmasın hakikat gemisi…
Tut beni ey oruç; tut ki ateş köprülerinden tamuya düşmesin tenim…
Ruhum sıkışıp kalmasın maddenin kasvet cenderesinde,
İmanın saydamlığında aksın ilahi nazarlar yüreklere,
Mumdan gemilerim yol alsın uçsuz bucaksız ateş
denizlerinde,
Yağmurlar taşısın
rahmetini gönül tarlamızda sararan başaklara,
Çöz şeytanın kirli saçlarına dolanan kırılgan benliğimi…
Tut beni ey oruç; tut ki asrın gayya çukurlarının şer havzına düşmekten kurtulayım.
Eksilen yanlarımı senin
rahmet ve bereketinle çoğaltayım.
Nefsimin yularını eline al, karanlık
gözlerine sok şahadet parmağını…
Aynaların derinliğinde bırak mazimin uslanmaz gölgesini,
Ruhumdaki tortuları, süveydadaki karaltıları sele ver…
Çıkar, şefaat kapısının ardında bırak ruhumun kirlenen elbisesini…
Tut beni ey oruç; tut ki düşerken tutunabileyim minarelerin nurdan gölgesine.
Bir çocuğun bakışlarının saflığında bırakayım rahmani düşlerimi.
Gözyaşımın sağanağında yıkansın
zamanın kirli pabuçları.
Yıldızdan avizenle gider kalp göğümün karanlığını,
Yürek dağlarımda biriken karları dağıtsın
rahmet rüzgârın.
Düşürme aklarımı, varlığın bereketinde ikmal et yoklarımı…
Tut beni ey oruç; tut ki kaynayan ateş
denizlerine düşüp de yanmamayım
Solmasın baharı müjdeleyen
güllerim hazan bahçelerinde
Ebedi uykuma dalayım mahyaların şefkatli aydınlığında
Zihnimdeki keşmekeşler, vahyin duruluğunda çözülsün
Mızrap vursun, gönül sazımın tellerinde
aşka gelsin kelimeler
İmanım tazelensin isyan çamurlarının uzağında…
Tut beni ey oruç; fitnecinin diline, zalimin eline düşerken tut…
Hilalin gölgesinde emzir ruhumu, düşlerin döşeğinde uyut.”

***

Mazereti dolayısıyla oruç tutamayanlara küçük bir uyarı;

Bakara 184. Ayet;

(Farz kılınan oruç) sayılı günlerdir Sizden kim, (o günlerde) hasta veya seferde ise, tutamadığı günler sayısınca başka günlerde (oruç) tutar (İhtiyarlığından veya tedavisi mümkün olmayan bir hastalıktan dolayı) oruç tutmaya gücü yetmeyenlere, (her güne karşılık) bir yoksulu (sabah-akşam) doyuracak bir fidye vermesi (gerekli)dir. Kim de gönülden gelerek (daha fazla) bir ihsanda bulunursa, bu, onun için daha hayırlıdır. Bununla beraber (zor da olsa), (işin önemini) bilirseniz, oruç tutmanız, sizin için daha hayırlıdır.

Bir uyarı da kendisini oruç tutuyor sanan ama kendisinin orucu, orucun da kendisini tutamadığı kardeşlerimize;

Efendimiz buyuruyor;

Oruç perdedir. Biriniz bir gün oruç tutacak olursa kötü söz sarf etmesin, bağırıp çağırmasın. Birisi kendisine yakışıksız laf edecek veya kavga edecek olursa ben oruçluyum desin ve ona bulaşmasın.

İnşallah hepimiz için bu mübarek ayın başı rahmet, ortası merhamet sonu ise Cehennemden azat olsun…

KÖYÜN RAMAZANLIK İMAMI

Eskiden her köyde/mezrada imam yoktu.

Bazen Müftülük gönderir, bazen de köylüler kendi aralarında para toplayarak Ramazanlık imam tutarlardı.

Haliyle lojman da yoktu ki Ramazanlık imam varsa köy konağında yoksa sırayla her akşam bir evde misafir edilirdi.

Gelelim öykümüze. (internetten alıntı)

Ramazanlık imama, Ramazan sonunda her hane ücret olarak hocaya buğday verirmiş.

İmam dedimse teravih kıldırmayı bilen birisi yani.

Yeni köy fakir bir köy olduğu için karın tokluğuna birini bulmuşlar imam olarak.

Zaten savaş sonrası kıtlık yılları imiş.

Her akşam bir aileye misafir olacak, iftar ve sahur yemeğini o evde yiyecekmiş. Bizim gariban köye gelirken hayal kuruyormuş. Aylardır yediği bulgur pilavı ile yavan ekmekmiş.

Şimdi diyormuş içinden kime gitsem varını yoğunu döker hoca efendi geldi diye. Kim bilir ne tavuklar, ballar, kaymaklar, börekler yiyeceğim. Midem bayram edecek.

Köye gelmiş ilk gün sıra muhtarınmış. Muhtar eve haber vermeyi unutmuş.

Hocayı almış eve gelmiş muhtar:

-Avrat bu akşam ağır misafirimiz var, iftarı bizde edecek demiş. Hocayı başköşeye oturtmuş. İtibar sıkı. Muhtarın karısı Fatma teyze bir eliyle sofrayı kurarken bir eliyle dizini dövüyormuş.

-Muhtar emmin haber etseydi neler pişirirdim emme. Kusura kalma haberim yoktu kabak pişirdiydim diyerek utana sıkıla kabak yemeğini koymuş sofraya.

Hoca kadın utanmasın diye:

Ooo kabak mı?  En sevdiğim yemektir. Öyle çok severim ki her gün versen yerim. Bayılırım kabağa der. Hâlbuki hiç sevmez.

Neyse sahurda börek falan yapar diye düşünür ama gele gele akşamdan kalan kabak ısınıp gelir.

Ertesi günü sıra azadadır.

Karısına: Akşama ağır misafirimiz var der. Git muhtarın avradına sor, hoca efendi neyi seviyor, neyi sevmiyor öğren. Neyi seviyorsa onu pişir. Hoca Efendiyi çok güzel ağırlamamız lazım der.

Kadın muhtarın hanımına gider.

-Hoca neyi seviyormuş deyince muhtarın hanımı:

-En çok kabak seviyormuş der. O kadar seviyormuş ki sabah akşam verseler yermiş.

Kadın kabak pişirir hem iftarda, hem de sahurda.

Sonra bir laf yayılmış hocanın midesi rahatsızmış kabaktan başka yemek dokunuyormuş diye.

Ramazan boyunca hangi eve gittiyse çok itibar görmüş. Başköşeye oturtulmuş ama hem iftarda hem sahurda kabak yemiş hoca efendi.

Böylece otuz ramazan geçmiş.

Arife akşamı gene sıra muhtara gelmiş. Bayram yemeğini de muhtarın evinde yiyecekmiş.

Eve gelince bakmışlar Fatma teyze yok.

 -Anan nere gitti demiş oğluna muhtar.

-Kabak devşirmeye gitti demiş çocuk. Evdeki kabağı akşam yemeğine pişirdi. Bayram yemeğine az yetmez diye bahçeye kabak getirmeye gitti.

Eyvah! Demiş hoca içinden, demek bayramda da kabak pişecek.

Arife akşamı da kabak yemişler. Ertesi gün bayram, bayram namazını kıldırmış.

Bayram namazından sonra hoca efendi bir ilahi oku da dinleyelim kulağımızın pası gitsin demişler. Köyün kadını erkeği, çoluğu çocuğu, cülüğü cücüğü toplanmış. Hoca Efendi ilahi söyleyecek diye. Pür dikkat dinlemeye başlamışlar.

Hoca Efendi başlamış okumaya.

                      

Yeni Köy’e imam oldum

Yenice belamı buldum

Kabak yemeye mi geldim

Yaktın beni Fatma teyze.

Yeni köyde yuttuk hapı

Kabak gezer kapı kapı

Akşam kabak, sabah kabak

Yaktın beni Fatma teyze.

Tüte tüte pişer kabak

Sabah kabak akşam kabak

Ne baldır kaldı ne göbek

Yaktın beni Fatma Teyze.

Kabağa kaşık salladım

Bir deri bir kemik kaldım

Teravihi zor kıldırdım

Yaktın beni Fatma teyze.

Kabak gelir ılık ılık

Ben bakarım alık alık

Neme gerekti imamlık

Yaktın beni Fatma teyze.

Hasret kaldım bala ete

Kabak yeni köyden öte

Otuz günde altmış tabak

Yenir mi hiç Fatma teyze?

Fatma teyze kabak devşir

Ancak akşama ulaşır

Bayramda da kabak pişir

Olur mu hiç Fatma teyze?

Sabah kabak, akşam kabak

Bana olan şu işe bak

Otuz günde altmış tabak

Yenir mi hiç Fatma Teyze?

Alıntı burada bitiyor ama ben bir ekleme yapacağım;

Bir rivayete göre hoca bu sözde ilahiyi Türkçe okumuş, muhtar da buna fena halde bozulmuş. Ertesi Ramazan öncesi yine aynı imamı tutmak istemiş ama imam bir daha gelir mi?

Bunun üzerine muhtar, ne yapmış etmiş, müftülükten o imamın hangi köye görevlendirildiğini öğrenmiş ve o köyün muhtarını aramış. Muhtar bu imam var ya kabak yemeğine bayılır, sakın ola ki Ramazan boyu iftarda da sahurda da önünden eksik etmeyesiniz, demiş!

Ve haliyle Ramazanlık imam, yine Ramazan boyunca kabak yemeye talim etmiş.

Muhtar ununla da kalmamış, bir ömür Ramazanlık imamın hangi köye gittiğini takip edip, muhtarı bilgilendirmiş!

Bir başka rivayete göre hoca bu sözde ilahiyi Arapça okumuş. Dolayısıyla herkes huşu içinde dinlemiş, çok beğenmişler.

Yeniköy’ün muhtarı, sonraki Ramazan’da aynı imamı istemiş ama imam bir mazeret bulup farklı köye gitmiş. Muhtar da, gideceği köyün muhtarını arayarak Muhtar bu imam var ya kabak yemeğine bayılır, sakın ola ki Ramazan boyu iftarda da sahurda da önünden eksik etmeyesiniz, demiş!

Her iki rivayete göre bizim Ramazanlık imam, ömür boyu hangi köye gittiyse sabah kabak, akşam kabak yemiş!