İSLAM DİNİNDE NEPOTİZM BÜYÜK GÜNAHTIR

Önce kavrama bir bakalım.

Nepotizm Latince “Nepot” sözcüğünden geliyor. Türkçe karşılığı, akraba, eş-dost kayırmak, yakınlarına torpil ve iltimas geçmek anlamını taşıyor.

Aile şirketlerinde neyse de kamusal anlamda büyük bir ayıp ve dinimize göre de haram!

İslam kamu hukuku açısından nepotizm, İslam dininin ilk yıllarından itibaren üzerinde titizlikle durduğu bir konudur.

Hz. Peygamber (SAV) ehliyet ve liyakate uygun olmayan akrabaların devlet işlerinde görev almasına hiçbir zaman onay vermedi. Emanetin ehline verilmesini emretti.

Hz. Peygamber’in bu uygulaması daha sonraki süreçte görevi devralan Raşid Halifeler döneminde de devam ettiyse de bu durumun bir istisnası Hz. Osman devrinde gerçekleşti. Şam Valisi olan Muaviye’nin yetkileri Hz. Osman’ın talimatıyla genişletildi ve Muaviye bölgenin tüm hakimi konumuna getirildi.

Zaten ne olduysa ondan sonra oldu malumunuz; Hz. Ali ve oğullarının şehadeti ve ardından bitmek bilmeyen karanlık bir devir…

Buradan bakınca Peygamber efendimizin neslinin oğulları değil de kızları üzerinden devam etmiş olması. Yüce Allah’ın bir hikmeti ve hatta nimeti olsa gerek.

Bir de Atatürk’ü bu manada değerlendiriyorum şahsen.

Düşünsenize bugün oğulları ve torunları olsaydı, biz bu seviye ile kim bilir ne tazimlerde bulunurduk?

Gerçi bazı büyük liderler içir oğul/kız fark etmiyor, onların bir kısmı akraba olsunda da çamurdan olsun anlayışı ile hareket ediyor günümüzde…

Peki Atatürk’ün hiç mi hısmı akrabası yoktu?

Var elbet, kız kardeşi, manevi kızları ve haliyle enişteleri vardı.

Yılmaz Özdil’den aktarayım;

“Kız kardeşi duldu.

İkinci evliliğini 1935 yılında bir işadamıyla yaptı.

Damadın İstanbul'da fabrikası vardı, evlenir evlenmez müteahhitliğe başladı, dikkat çekici hızla zenginleşiyordu, aynı zamanda milletvekiliydi, İş Bankası yönetimine sızmaya çalışıyordu.

Cumhurbaşkanı'nın kulağına tatsız laflar geliyordu.

Yakın çevresinin kendi forsunu kullanarak menfaat sağlamaya çalışması, en sevmediği davranış biçimiydi.

Babasız büyüdükleri için kız kardeşini ömrü boyunca kanatları altında tutmuştu, en zor şartlarda bile maddi/manevi yanında olmuştu, daima korumuş kollamıştı ama, millete karşı hissettiği sorumluluk duygusu, ailesinin bile önündeydi.

Bir akşam sofradayken maliye bakanını hemen yanındaki sandalyeye oturttu, sohbet sırasında bir ara kulağına eğildi, “ne yapıp yap, bizim enişteye iltimas geçilmesine mani ol, benim namıma iş yaptığı zannedilir, kendisinin öyle niyeti olmasa bile öyle zannedilir” dedi.

Lisanı münasiple “defterini dür” demişti!

Çok geçmeden fabrika kapandı. Eniştenin iflas ettiği duyuldu.

Bir daha asla Çankaya Köşkü'nün kapısından bile giremedi.

Milletvekilliği sona erdi. Harç bitti yapı paydos, boşandılar.

Kardeşine bile torpil yapmazdı.

Kız kardeşini milletvekili yapabilirdi mesela, yapmadı.

Baba tarafından akrabaları vardı.

Amcasının çocukları İstanbul'da yaşıyordu.

Kuzenlerini çok severdi, onca işinin arasında asla ihmal etmez, hepsiyle yakından ilgilenirdi, herhangi bir ihtiyaçları olursa, kız kardeşi üzerinden haberdar olurdu, kendi cebinden yardımcı olurdu, nişanlarını yaptırdı, düğünlerini yaptırdı.

Hiçbirini milletvekili yapmadı!

Akrabaları da O'na yaraşır bir hayat sürdüler, ne devletten koltuk istediler, ne menfaat talep ettiler, ne de şöhret olmaya çalıştılar.

Son derece mütevazı, sıradan yurttaşlar olarak yaşadılar.

Dördüncü/beşinci kuşaklar da, bugün aynı böyle devam ediyorlar.

Manevi çocuklarını milletvekili yapmadı.

Hatta “siyasete girmeyeceksiniz” diye vasiyeti vardı.

Rahmetli olduktan sonra, tüm partilerden manevi çocuklarına teklif üstüne teklif götürüldü, CHP dahil, her defasında “hayır” cevabı aldılar.

Siyasete asla girmediler.

Manevi kızı evlendi, damat mühendisti, İzmit kağıt fabrikasında çalışıyordu.

Bir gün, kızının da bulunduğu ortamda, fabrikanın müdürüyle karşılaştılar, gayet açık şekilde tembih etti, “bunlar benim evlatlarımdır, lakin iş neyi icab ediyorsa, her zaman öyle davranınız, sakın benim evlatlarımdır diye düşünmeyiniz” dedi.

Ayrıcalık tanınmasına izin vermedi.

Her mühendis nasıl çalışıyorsa, damat da öyle çalıştı.

Bir akşamüstü, Çankaya Köşkü'nün penceresinden bakarken, manevi kızının otomobile binip gittiğini gördü. Yaverini çağırdı. “Derhal peşinden gidip buraya getirin” dedi. Getirdiler. Karşısına aldı… “Sen benim kızımsın ama, bu arabalar babanızın malı değildir, millete aittir, her aklına esen buradan araba alıp gidemez” diye azarladı.

Makamı mevkiyi boşver, millete ait otomobili bile çocuklarına vermedi.

Erkek kardeşi yoktu. Ama, kardeşten öte arkadaşı vardı, Nuri. Çocukluk arkadaşı, mahalle, okul, silah arkadaşıydı. Annesi ve eşinden başka “Kemal” diye hitap edebilen tek kişiydi.

Can yoldaşıydı, sırdaşıydı. Nuri'siz sofraya oturmazdı. Sadece Nuri'nin nazını çekerdi.

Sadece Nuri'nin sesini yükseltme imtiyazı vardı, zaten davudiydi, gümbür gümbür bağırırdı, çok kafası bozulduğunda masaya yumruğunu vura vura konuşurdu.

Hareket ordusu, Trablusgarp, Çanakkale, Muş cephesi, Kurtuluş Savaşı… O nerede, Nuri oradaydı. Cephede göğsüne şarapnel parçası isabet ettiğinde bile hemen yanındaydı, kan lekesini görünce “vuruldun Kemal” diye telaşlanan bile Nuri'ydi.

Paşa olabilirdi. Bakan olabilirdi. Başbakan olabilirdi. Tbmm başkanı olabilirdi. İstemedi. Teklif bile etmedi. Arkadaş kalmayı tercih etti. Arkadaşlığını asla suistimal etmedi.

İnsanız, eminim içinden istemiştir ama, alacağı cevabı biliyordu.

Herkesten fazla hakkı bile olsa, “laf olur, bize yakışmaz” diyeceğini biliyordu.

Bugün, koskoca devletin damatlarla eniştelerle, kayınpederle dünürle yönetilmesinin ne kadar yanlış olduğunu hatırlamamız için bir vesile.

Akraba-i taallukat zihniyetinin, demokrasiye ne kadar ters, ne kadar zararlı olduğunu bir kez daha görmemiz için vesile.

Türkiye Cumhuriyeti'nin “aile şirketi”ne dönüşmesine gözyuman, lale devrinden ibret almayıp “sü'lale devri”nin açılmasına sebep olan Türk milletinin, şapkasını önüne koyup düşünmesi için bir vesile.”

Evet; Koskoca devletin damatlarla eniştelerle, kayınpederle dünürle yönetilmesinin ne kadar yanlış olduğunu hatırlamak bizden, uyup uymaması, uyuyup uyanması ve kıyaslaması sizden…

ALTERNATİF CUMA HUTBESİ!!!

Eski bir yazımı önemine binaen paylaşmak istedim. Hayırlara vesile olması dileğiyle;

Bundan böyle kapatılsa bile umurumda olmayacak Diyanet, işi gücü bıraktı, hükümetin ekonomik icraatlarına karşılık vatandaşların gazını alma ve iktidara olası bir seçim öncesi ön açma çabalarına başladı.

Görüyorsunuz, iktidara laf söyletmeme uğruna, konu yönetenlerin şatafatına gelince olaya ‘itibardan tasarruf olmaz’ yönünden yaklaşan, kendisi de yaptırdığı saraylarla adeta hükümete arka çıkan Diyanet, konu ekonomik krizlere dayanınca da ‘fakirliğin faziletleri’ hakkında fetvalar veriyor.

Yani sizin anlayacağınız, maaşlarını bizim ödediğimiz lüks makam araçlarını finanse ettiğimiz bu Diyanet, misyonundan ve vizyonundan son derece kopuk ve ülke gündeminden de bir hayli uzakta.

Aksi olaydı, Diyanet’in gündemi, adaletsizlik, torpil, yolsuzluk ve devlet ricalininin kibri üzerinde olurdu.

Ben bir Müslüman olarak, olması gereken hutbeyi hazırladım.

Bakalım işlerine gelecek mi?

Aziz Müslümanlar!

Bir adam Peygamber Efendimizin karşısında korkudan titremeğe başlayınca, Efendimiz, “Korkma rahat ol. Ben kral değilim. Ben ancak Kureyşli kuru et yiyen bir kadının oğluyum” diyerek, kendisinden sonra gelecek idarecilere büyük bir ders verdi.

Efendimiz saraylarda yaşamıyor, çok mütevazi şartlarda hayatını sürdürüyordu. Efendimiz vefat ettiğinde, arkasında zaruri olarak kullandığı elbisesi, birkaç su kabı, içinde yıkandıkları tekne, iki adet kilim, bir çarşaf, makas, tarak, misvak gibi eşyaları, kılıç, ok, zırh, mızrak, miğferden oluşan silahları, “Düldül” adındaki bir devesi, savaş ganimeti olarak payına düşen ve devlet reisi olarak bundan ihtiyaç sahiplerinin ihtiyaçlarını gidermekle yükümlü olduğu; “Fedek” arazinin yarısı, Ümmü’l-Kura’nın üçte biri, Hayber’den kendisine düşen beşte biri olan payı ve Ben-i Nadir’den bir kaleden ibaret olan araziyi bırakmıştır. Bunların tamamını da Müslümanlara tasadduk etmiştir.

Yani Hz. Muhammed İslam Peygamberi ve devlet reisi olmasına rağmen elindeki bu yetkileri kendisine servet edinmek için kullanmamış, kendi geçimine uygun bir sadelikle yaşamıştır.

Aziz Din Kardeşlerim!

Hz. Ayşe validemiz buyuruyor ki; “Allah'ın Elçisi bütün ömrü boyunca doyuncaya kadar hiç yemedi. Sıkıntı içerisindeydi. Bir günde iki öğün yemedi. Ekmek yediği zaman hurma yemedi, hurma yediği zaman ekmek yemedi.”

Muhterem Cemaat!

Hz. Ebu Bekir, Müslüman olduğunda zengin bir insandı. Ancak bütün servetini Hz. Peygamber'in davasında kullanılmak üzere bağışladı.

Yani, o birileri gibi yönetici olduktan sonra zenginleşmedi.

Değerli Müslümanlar!

Hz. Muhammed buyurdu ki; “Rüşveti alana, verene ve aracı olana Allah lanet etsin. Allah'ın laneti özellikle cemiyet haklarını çiğne­mek; muhakemede haklıyı mağdur etmek için rüşveti ve­ren ve alanlar üzerine olsun. Çok iyi biliniz ki rüşveti alan da veren de Cehennemdedir” buyurdu.

Muhterem Cemaat!

Bir zekat tahsildarı (İbn Lutbiyye) vazifesini bitirip Medine’ye dönüp hesabını verdi. Dedi ki “Ey Allah’ın Resulü! Şu sizin zekât mallarınız, bunlar da bana verilen hediyelerdir.”

Hz. Peygamber hayretle sordu: “Tuhaf şey! Sen doğru adamsan söyle bakalım, ananın babanın evinde otursaydın bu mallar sana hediye edilir miydi?”

Sonra devlet görevlilerinin hediye almalarını kesinlikle yasakladı.

İslam Hukuku'nda sayısız delille kamu malına riayetsizlik yasaklanmış, kamu malının zimmete geçirilmesi veya çalınması en büyük suçlardan sayılmıştır. Öyle ki herhangi bir kimsenin kamuya ait olan hayvanı zayıf düşürüp de öyle geri verecek şekilde binmesi dahi helâl değildir.

Aziz ve Muhterem Din Kardeşlerim!

Bir gün sevgili kızı Hz. Fatıma devlet hazinesinden istekte bulununca Efendimiz; “Kızım! Yoksulların ve yetimlerin durumu daha kötü, onların senden daha fazla hakkı var” diyerek bu talebi uygun bulmadı. İslam Hukukunda devlet idarecilerinin kamu malından kendi aileleri lehine tasarrufta bulunması meşru değildir.

Aziz ve Muhterem Müslümanlar!

Bir gün Efendimizden, asil soydan Fatıma isimli bir kadınının affını talep ederler.

Teklif Efendimize o kadar ağır gelir ki, hemen şunları söyler:

“Ey insanlar! Geçmiş milletlerin ne yüzden yollarını sapıttığını biliyor musunuz? Onlar içlerinden itibarlı ve zengin olanlar bir şey çalsa onu bırakırlar, zayıf biri bir şey çalarsa onu cezalandırırlardı. Allah’a yemin ederim ki, böylesine adi bir işi Mahzum kabilesinin Fatıma’sı değil de kızım Fatıma yapmış olsa idi, muhakkak onun da elini keserdim.”

Sözün özü; İslam; idarecileri ve zenginleri, halkın ve fakirlerin tepkisinden korumak için indirilmedi!

Diyanet İşleri Başkanı! Senin görevin de bunları anlatmaktır, iktidara yalakalık yapmak değil…

ADAM HAKLI