Bir okur daha doğrusu bildiğini okur bir kardeşimiz ‘darbe öncesi Diyanet İşleri Başkanı Ali Erbaş değildi, senin yazacağın yazının…’ demiş.
Öyle bir şey demediğim gibi, yazı yazan biri olarak kimin kim olduğunu bilmeyecek kadar aptal değilim.
Hoş, bu yorumun amacı da beni uyarmak değil, olayı mecrasından saptırmak zaten.
Evet, o dönem Diyanet İşleri Başkanı Mehmet Görmez’di.
Görevi süresince tarikat ve cemaatlere tek laf etmeyen, darbeden sonra bülbül kesilen Mehmet Görmez…
İş işten geçtikten sonra, FETÖ mensuplarının kurum içi atamalara kadar müdahil olduklarını anlattı.
Cemaat tarafından “Böyle bir atama olursa cemaatimizi karşınızda görürsünüz” diye tehdit edildiğini söyledi.
Peki ne yaptı bu tehditlere karşılık? Hiçbir şey…
Şimdi konuşuyor; “Devlet, çocukların Kur'an kurslarına gitmesini yasaklarken, Diyanet’in yolunu keserken, FETÖ'yü büyütüyordu. Gerçek buydu” diyor mesela…
Topu maziye atıyor da mevcut iktidarın Fetöyü nasıl besleyip büyüttüğünü, ne isterlerse verdiklerini adeta paralel bir yönetim anlayışı oluşturduklarını söylemiyor.
Başkanlığı döneminde, Diyanet'in üzerinde çalıştığı bir hadis külliyatı eserinin basımından önce, ilim adamları tarafından incelenmesi için basılan 200 adet taslaktan bir tanesinin, sözde ilim adamı Fetullah Gülen’e de gönderilmesini izah edemiyor.
“Bu kitaplardan bir tanesini diyanetten bir arkadaşımız Amerika’ya giderken götürüyor. Nasıl elde edildiğini, nasıl götürüldüğünü ben bilmiyorum” diyor.
E sen neyin başıydın o zaman?
Diyanet İşleri Başkanı demişken son 22 yıllık dönemin başkan gibi başkanı Ali Bardakoğlu’ydu.
Onu da bu göreve getiren eski cumhurbaşkanımız Ahmet Necdet Sezer’di.
2003/2010 tarihleri arasında görev yaptı.
İktidar ile anlaşmazlıkları vardı ki görev süresi dolmadan emekliliğini istedi ve istifa etti.
15 Temmuz darbe girişiminden sonra oluşturulan TBMM Darbe Girişimini Araştırma Komisyonuna davet edildi.
Adeta ders niteliğindeki açıklamalarından örnekler vereyim;
15 Temmuz, Türkiye’yi böyle bir yol ayrımına getirdi.
Bu mesele, toplumun geleceğine dair, devletin tüm kurumlarını ilgilendiriyor.
Mehdici mesihçi yapılanmalar, enfeksiyon alanı oluşturuyor. Bu şartlar oluştuğunda, uluslararası gizli hesaplara girişiliyor. Mehdici mesihçi hareketler, İslam düşüncesinin enfeksiyon alanıdır, insanları peşinden sürükleyip, vahim olaylar, ciddi tehlikeler üretebiliyor.
Merdivenaltında, kapalı kapılar ardında verilen dini eğitim, sorun üretiyor, uluslararası projeyle çok kolay manipülasyona uğruyor.
İlahiyat fakülteleri ve diyanet işleri başkanlığı, merdivenaltı bilgilere karşı iyi mücadele etmedi. 15 Temmuz’u hazırlayan en önemli etkenlerden biri, kulaktan kulağa yayılan şifai inançlardır. 
Diyanet’in daha dikkatli ve uyarıcı olması gerekiyordu. Bu görevimiz devam ediyor, zihinleri ipotek altına alan dini telkin konusunda uyarıcı olmalıyız.
Sadece fetö değil, Türkiye’deki dini cemaatlerin hepsinin dikkatle izlenmesi gerekir. Gizemli dini cemaatleşme çizgisinin her biri benzer riskler taşıyabilir, kaygılıyım. Dini cemaatler, siyaset, ticaret ve eğitim alanlarına kaydığı anda, benzer sapmaların yaşanabileceğini düşünüyorum. 14 asırlık İslam tarihi boyunca, hep böyle oldu.
Uyduda din adı altında istismar yayını yapan kanallar var, Anadolu’da yayın yapan televizyonlar var, bunların her biri sorunlu yayınlardır. Tüyler ürpertici dini telkinler yapılıyor, insanların zihin dünyası alt üst ediliyor. Ekranlarda sahte bal satılmasını bile daha ehven görüyorum.
Ramazan ayındaki dini programlar tam bir fecaat, kahroluyorum.
Türkiye’de çok satan dini kitaplar vahim durumda, en çok satan 20 kitap var, 20’si de zihinleri alıp başka taraflara savuran kitaplar.
Aklımızı, din konusunda doğru aydınlatmamız gerekiyor.
Dinde eleştiri, doğru bilgi, rasyonalite olmadığı vakit, dini bağlılıklar insanları hayattan, dünyadan, akıldan, izandan koparabiliyor.
Yuva ve anaokullarında çocuklarımıza makul, ölçülü dindarlık telkini yapılmalı, pedagojinin kuralları var, bu kurallara uyulmalı, din eğitimi kontrollü, açık, şeffaf olmalı…
Darbe girişimi sonrası ders alınmadığı gibi Ali Bardakoğlu’nun uyarıları da havada kaldı.
Eğer ders alınsaydı, halk ‘gitti Fetö, geldi Metö’ teşhisi koymazdı.
Hele ki Diyanet’in sonraki başkanlarının misyonuna uygun bir vizyonu olsaydı, bugün cemaat/tarikat zır cahil atmosferine mahkum olmazdık.
Görmez’in geç de olsa gördüğünü Ali Erbaş görebilseydi, bugün biz de ‘ya Diyanet kapatılsın ya tarikat/cemaatler’ noktasına gelmezdik.