ZATEN ne oluyorsa “adalet” kavramına “hayati” ortam sağlayamadığımız için oluyor…

Türk tarihinin son 60-70 yılına bir göz atacak olursak, “adalet” kavramının zayıfladığı, hakkın, hukukun ve vicdanın zayıfladığı anlarda nelerin, hangi belaların başımıza geldiğini çok iyi görüyoruz…

1950’de CHP yönetimini devirerek “tek parti” yönetimine son veren Demokrat Parti, daha sonra, çok değil 10 yıllık bir icraatta, CHP’den devraldığı ortama ve hastalığa kendisi yakalandı.

Oysaki tek parti uygulamalarındaki yanlışlardan, despotluklardan, “ben yaptım, oldu-bitti!” zihniyetinden, bu aziz millet çok çekmişti; yıllar sonra gelen bu yönetimin, geçmişte yaşananlardan dersler çıkarması gerekirdi…

Olmadı… Yapamadı… Yapmadı…

Birkaç yıllık bir “güzelleme”den sonra “aynı tas aynı hamam”, üç aşağı beş yukarı aynı sıkıntılar artarak devam etti.

ADALET REHBER ALINSAYDI...

Evet, devleti yönetenler her zaman ve her daim “adalet” yani sağlıklı işleyen bir hukuk, şeffaflık, dürüstlük anlayışında büyük ilerleme kaydetseydi, son 70 yılda yaşanan uğursuzluklar sanırım yaşanmazdı.

En azından, zamanla kendini yenileyen, yenilenirken gelişen, güzelleşen ve muasır medeniyetler seviyesini yakalayan bir yönetim anlayışı,  vatandaşlarımızın hayatına dokunur, güçlü ve aydın bir ülkenin müreffeh birer ferdi yapardı.

Olmadı… Yapılamadı… Her zaman bir şeyler eksik kaldı…

 Cumhuriyet Halk Partisi’nin tersine farklı bir açılım sergileyen Adnan Menderes’in Demokrat Partisi, son yıllarda muhalefetin, basının ve insanların taleplerini görmezden geldi. Ortalık kısa bir süre sonra yay gibi gerildi…

Lakin şunu hemen vurgulayalım ki, en kötü siyasi yönetimler bile askeri darbelerden evladır… Zira demokrasiye inanan bir kimse, hiçbir zaman darbelerden, askeri vesayetlerden medet ummaz.

MENDERES SOYUNU KURUTTULAR!

Adnan Menderes’i yargılamak için değil, “darağacına göndermek” için kuruldu Yassıada Mahkemesi… Devrin çok sevilen Başbakanına olmadık eziyetler yaptılar. İdamla yargıladılar ama yeterince söz hakkı tanımadılar.

Salim Başol başkanlığındaki mahkeme heyeti, Başbakan Adnan Menderes ile birlikte Dışişleri Bakanı Fatin Rüştü Zorlu ve Maliye Bakanı Hakan Polatkan’ı haksız, hukuksuz bir şekilde ipe gönderdi…

Gönderdi de ne oldu? O tarihten bu yana Türkiye Cumhuriyeti’nde hangi problemler çözüldü, hangi alanlarda ülke ileriye gitti?

Tam tersine tüm sorunlar, bir kartopu misali katlanarak zamanımıza doğru büyük bir yük bıraktı…

Akabinde Menderes’in soyunu kuruttular… Çocukları Aydın, Yüksek ve Mutlu Menderesler -her nedense- bir kazaya kurban gitti.

ARDINDAN PEŞ PEŞE GELEN FACİALAR!

Ülkemizde, antidemokratik uygulamalar ve onlarla birlikte “derin devlet” diye tabir edilen ve eski Başbakanlardan Tansu Çiller’in, “Bu ülke için kurşun atan da, kurşun yiyen de bizimdir” cümlesi tüm bu sırlı ölümlere adeta manifesto oldu.

Çekiç Güç’ün Türkiye’nin zararına olduğunu, İncirlik Üssü’nden kalkan Amerikan uçaklarının PKK’ya silah yardımı yaptığını her defasında  dile getiren Jandarma Genel Komutanı Eşref Bitlis ve aynı görüşteki kurmay Binbaşı Yaşar Erian, Yüzbaşı Tuğrul Sezginler’in hâlâ çözülemeyen “buzlanma” sonucu düşen helikopterle ölümü… Her nedense, bu elim olaydan sonra hiçbir helikopter buzlanarak düşmedi.

Çok farklı bir Maliye Bakanı portresi çizen Adnan Kahveci’nin sır ölümü…

Herkesin takdirini kazanan “süper vali” Recep Yazıcıoğlu’nun sır ölümü…

Cumhurbaşkanı Turgut Özal’ın hala çözülemeyen ani ölümü…

Düzene başkaldıran ve farklı söylemler geliştiren Muhsin Yazıcıoğlu’nun bir türlü aydınlanamayan helikopter kazası ile ortadan kaldırılışı…

Aslında birçok çarpık devlet yapılanmasının su yüzüne çıkardığı Susurluk Kazası…

Daha bunun gibi görünen ve görünmeyen onlarca, yüzlerce vaka, Türkiye Cumhuriyeti’nin sağlıklı gelişimini ve kalkınmasını engelleyen unsurlar olarak yapıştı yakamıza.

Hiçbir yönetim bu tür bilinmezlikleri silemedi siyasetimizden; demokrasi ve ileri adalet sistemini frenleyen bu tip harala gürele vakaları her devirde devam etti.

ŞU FOTOĞRAFA BİR BAKAR MISINIZ?

Zamanımıza gelecek olursak… Şu anda Cumhur İttifakı’nın küçük ama marifeti büyük ortağı MHP, daha doğrusu Devlet Bahçeli’nin -adeta esir aldığı- yönetim anlayışı tam da derin yapılanma ile kol kola geziyor.

Mafya yapılanmasının liderlerinden Alaattin Çakıcı için “özel af” çıkartan Devlet Bahçeli, şimdi de bu ülkenin 40 bin canına mal olan eli kanlı bir terör örgütünün başı Abdullah Öcalan’ı çıkarmanın peşinde…

Çıkarmak ne kelime, zat-ı muhterem (!) gelecek ve bu şanlı milletin Gazi Millet Meclisi’nin kürsüsünden konuşma yapacak; yandaşlarına, eli kanlı teröristlere silah bırakma çağrısında bulunacak.

Şu Türkiye Cumhuriyeti’nin düşürüldüğü duruma bakar mısınız?

“Teröristle pazarlık yapılmaz” cümlesini dillerine pelesenk eden Cumhur İttifakı’nın geldiği nokta bu!

Ve aynı zihniyet, güncel hayatımızda, 22 yıllık AKP iktidarının her safhasında hüküm sürmeye devam ediyor.

Dün Devlet Bahçeli’nin, özel afla çıkardığı Alaattin Çakıcı, bugün Hrant Dink’i katleden Ogün Samast ile aynı karede fotoğraf veriyor.

Devlet çarkında böylesine antidemokratik uygulamalara ve adeta “kurtlar sofrası” manzaralarına yer veren Cumhur İttifakı, bu yıpratıcı tavrıyla bir hançer gibi milletin bağrına saplanırken, bir yandan da o milletin demokratik hakkı ve oylarıyla seçtiği başkanları cezaevlerine gönderiyor.

Bir anlamda tıpkı merhum Adnan Menderes’i haksız yere asan zihniyetin yaptığı gibi, ona oy veren milletin bileğini kesmiş oluyor.

Ve her mahkeme salonunda “Adalet Mülkün Temelidir” yazıyor. Adalet saraylarımızın önünde ise gözleri bağlı ve elinde adalet terazisi olan bir kadın tasvir ediliyor her daim.

Şimdi sormak lazım:

“Devletin temelini teşkil eden ve insanlara özgür bir vatandaş olma hakkı tanıyan o adalet nerede?”

****************

ANLAMLI SÖZ

Adalet bir kutup yıldızı gibi yerinde durur. geri kalan her şey onun etrafında döner…

KONFÜÇYÜS

****************