Bırakın çok eskisini yakın tarihten bile ibret almıyoruz.

Benim Ensar/Muhacir masallarına karnım tok.

Her zaman söylediğim gibi; Milyonlarca mülteci BOP kapsamında planlı olarak Türkiye’ye getiriliyor. Dünyada aklı başında, bekasını düşünen, olaylara yerli ve milli bakan hiçbir devlet sınır kapılarını açarak bu kadar çok insanı ülkesine kabul etmez. Ekmemeli çünkü, ABD mülteciler silah olarak kullanılıyor. Amaçları Türkiye’nin ekonomik ve demografik yapısını bozarak, toplumu Araplaştırmak, Türkiye’yi zayıflatmak istiyor.

Aydınlar Ocağı’nın 47’nci Şûra Sonuç bildirisinde denildiği gibi;

“Suriye'nin kuzeydoğusunda ABD-PYD ikilisi tarafından masum insanlar öldürülmekte, köyler boşaltılmakta ve etnik temizlik yapılmaktadır. Mülteciler ileride Türkiye'ye karşı kullanılabilir. Türkiye'nin demografik yapısı değiştirilerek mülteciler içinden PKK benzeri örgütlenmeler doğabilir. Bölge üzerindeki tarihi, toplumsal ve ekonomik sorumluluklarımıza rağmen, izlenen iskân siyaseti neticesinde ileride ciddi problemlerle karşılaşılması muhtemeldir. Kurucu Türk unsuru zayıflatılarak millî kimlik tahribata uğratılmak suretiyle, mültecilere vatandaşlık vererek toplumumuzun temeline dinamit döşenmektedir. Sorun, Suriyeli düşmanlığı veya dostluğu değildir. Türkiye'nin Türk vatanı olarak kalıp kalmamasıdır...”

Yabancılara toprak satmanın, bol keseden vatandaşlık dağıtmanın ve sığınmacı kabul etmenin nelere mal olduğunun yakın tarihteki en önemli örneği Filistin’dir.

Şimdi paylaşacağım alıntıya göre bir yakın tarih örneği de Lübnan…

Paylaşımı yapan, “Ensar sever ümmetçi kardeşlerimiz okurken vatansever milliyetçi yurtsever ulusalcı ve devletini milletini sever ülkücü kardeşler de hem okusun hem paylaşsın” notu da çok önemli.

“Lübnan cumhuriyeti, Ortadoğu bataklığında açan bir çiçekti bir zamanlar. Ortadoğu’nun İsviçre’siydi...

Lübnan’ın gözbebeği Beyrut ise, Ortadoğu’nun Paris’i...

Bir zamanlar Lübnan’da dengeli bir demografik yapı vardı. Nüfusunun yarıdan fazlası Müslüman, yüzde 40'tan fazlası Hristiyan ve geri kalanı da diğer dinlerden olan insanlar.

Etnik olarak ise nüfusun büyük çoğunluğu Arap’tı. Nüfusun çoğunluğunu oluşturan Arapların yarıdan fazlası Müslüman, yüzde 10 kadarı Dürzi geri kalanı ise Maruni Hristiyan’dı...

Yönetim Marunilerin elindeydi. Ama üst kimlik Lübnanlı olmak olduğu için, Lübnanlılar bir Hristiyan’ın cumhurbaşkanı olmasını önemsemiyorlardı.

Ülkede barış vardı, demokratik bir ülkeydi. Kimse kimsenin yediğine, içtiğine, giydiğine karışmıyordu...

Tabi bu yıllar uzun sürmedi.

Lübnan, İsrail’in kurulduğu 1948 yılından beri Filistinli mültecileri alıyordu.

1948-1968 yılları arasında Lübnan’a yaklaşık 200 bin Filistinli mülteci gelmişti. Bu rakam bile Lübnan’ı zorlamaktaydı.

1967 yılında İsrail’in zaferi ile sonuçlanan 6 gün Savaşı’nın ardından İsrail’i terk eden Filistinli mülteciler de Lübnan’a sığınmaya başladılar. Gelenler Araplardı...

Lübnanlıların hem ümmet kardeşleriydi hem de soydaştılar. Lübnan halkı Ensar, gelenler muhacirdi... Üstelik Avrupa ve BM de Lübnan’a mülteciler için para veriyordu...

Birkaç yıl içinde Lübnan’a yüzbinlerce Filistinli mülteci yığıldı. Gelenler içinde pek çok militan da vardı. 1970 yılına gelindiğinde kara eylül olayları ile Ürdün’den kovulan yüzbinlerce Filistinli mülteci akın akın Lübnan’a yerleştiler.

Birkaç yıl içinde Lübnan’a yerleşen Filistinli mülteci sayısı 1,5 milyona ulaşmıştı. Filistinli mülteciler artık Lübnan nüfusunun 3'te 1'ini oluşturuyorlardı.

Barış ve huzur içindeki bir ülkenin demografisi değişmişti.

Aslında Lübnan halkı bu duruma büyük tepki gösteriyordu. Mültecileri istemiyorlardı.

Lakin ülkenin dini grupları "onlar bizim ümmet kardeşimiz" diye halkı etki altına alıyordu, ülkedeki hümanist aydınlar ise batıdan ve İsrail’den aldıkları fonlar ile mülteci lehine konferanslar verip yazılar yazarak mülteci güzellemeleri yaptılar.

Değişen demografi sorunları da beraberinde getirdi. Mültecilerden önce Müslüman Hristiyan nüfusu dengede olan Lübnan’da Müslümanlar büyük çoğunluk haline gelmişlerdi. Ve kaçınılmaz olarak dini çatışmalar başladı. Bu dini çatışmalar, uzun yıllar sürecek olan Lübnan iç Savaşı’na dönüştü.

Lübnan iç savaşı ile birlikte ülkenin güneyi İsrail tarafından, kalan kısmı ise Lübnan hükümetinin çağrısı ile Suriye tarafından işgal edildi.

Ülkede tam bir kaos hakimdi. Hristiyan militan gruplar, Sünni militan gruplar, Şii militan gruplar, bunların dışında Filistin kurtuluş örgütü ve diğer Filistinli militan gruplar, komünist militan gruplar, Baascı militan gruplar, Dürzi militanlar...

Her biri bir silahlı güç...

Öte yanda İsrail ve Suriye ordusu...

Barış ve huzurun şehri, Ortadoğu’nun Paris’i Beyrut tam bir harabe şehre dönmüştü...

1975-1990 yılları arasında süren bu iç savaş neticesinde 300 bin kişi hayatını kaybetti, bir o kadarı da yaralandı ve 1 milyondan fazla insan Lübnan’ı terk etmek zorunda kaldı.

1990'dan bugüne değin hala belini doğrultamayan Lübnan, 2011 yılında başlayan Suriye iç savaşı ile birlikte 2. kez mülteci istilasına uğradı.

Suriye iç savaşı ile birlikte Lübnan 1,5 milyon civarında mülteciden oluşan yeni bir mülteci istilası ile karşı karşıya kaldı. Ve nihayet 6 milyon nüfuslu bu küçük ülke, geçtiğimiz yıl Beyrut limanında yaşanan patlamanın da etkisi ile resmi olarak iflas ettiğini ilan etti...

Mülteciler, demografik işgal, demografik yapının değişmesi, demografinin bozulması, artan huzursuzluk, ekonomik sıkıntılar, iç savaş, terörizm, kaos ve iflas...”