Cuma Hutbesi niyetine…
İslam insanı temel alarak, evrenin en mükemmel canlısı yani eşref-i mahlukat kabul eder.
Toplum ve halkı da bir sömürü aracı değil Allah'ın bir emaneti olarak görür.
Devlet ise İslam toplumlarının ayrılmaz ve olmazsa olmaz derecede bir parçasıdır.
Bu bütünleşme ve uyumun mayası da adalettir.
Onun içindir ki devlet başkanı adaletli olmalıdır.
Türk İslam kültüründe yöneticinin adaletli olması istenmiş, adaletli olmayan idarecilerin görevine son verilmesi öngörülmüştür.
Devlet başkanının fasıklığı sebebiyle azledilip azledilmeyeceği bile tartışılırken, adaleti terk eden devlet başkanının görevden alınması konusu kesin hükme bağlanmıştır.
Maverdi bunu şöyle izah etmiştir:
Devlet başkanının halinin değişmesi ile görevine son verilmesini gerektiren iki durum vardır:
Devlet başkanının adaleti terk etmesi,
Devlet başkanının görevi yerine getirmesine bir bedeni engelin ve noksanlığın ve hastalığının ortaya çıkması…
İslam tarihinde adaletin timsali olarak kabul edilen Hz. Ömer, Ebu Musa el-Eşari’ye gönderdiği meşhur mektubunda;
“Halka karşı bakışında, yönelişinde, adaletinde ve huzurunda oturmalarında insanlar arasında eşitliğe dikkat et! Ta ki şerefli ve soylu bir kimse senin haksızlık yapacağına umut bağlamasın, zayıf olan bir kimse de adaletinden ümit kesmesin” demiştir.
Hz. Ömer, yine bir başka hutbesinde der ki:
“Beni hak din ile gönderen Allah'a yemin ederim ki, Fırat kenarında bir deve kaybolacak olursa veya helak olacak olursa Allah beni ondan sorumlu tutmasından korkuyorum.”
İslam dini yöneticinin Müslümanlar arasında barış yapmasına da müsaade etmiştir, ama bu barış hiçbir zaman helali haram, haramı helal kılmamalıdır.
Suç bağışlama fazilet, cezalandırma ise adalettir. Faziletle adalet arasındaki yol, yerle gök arasındaki mesafe kadar uzaktır ve her zaman faziletli olmak tercih edilmiştir.
Yönetici ve idareci yönettiği insanların görüşlerine sık sık başvurmalı, onları dinlemeli, görüşlerine değer vermelidir.
Sasani İmparatorluğunda her ayın ilk haftasında halktan herhangi bir kimse, hükümdarın divanına çıkıp şikâyetini doğrudan iletme hakkına sahipti.
Nizamü'l-Mülk bu konuyu siyasetnamesinde şöyle izah eder; “Onlar haftada iki gün halktan şikâyetlerini dinleyeler ve haklının hakkını haksızdan alalar, adaleti yerine getireler, Aracı olmaksızın kendi kulaklarıyla halkın sözlerini dinleyeler. Bundan maksat, bu haberin memleket içinde yayılması ve zalimlerin kötülük yapmaktan çekinmeleridir.”
Nizami bu konuda; “Mülkü yıkan zulüm ve haksızlıktır. Sonsuz devlet, halkı incitmemekle, adaletle kazanılabilir. Her şeyden önce yapacağın işin sonunu düşün. Halkın rahatlığı yolunu ara onu incitmeden ne çıkar” demektedir.
Bu konuda sevgili Peygamberimizde:
“Sizden öncekileri helak eden sebep, aralarında soylu bir kişi hırsızlık yaptığı zaman ona ilişmemeleri, zayıf bir kimse hırsızlık yaptığında ise ona şer'i ceza uygulamalarıdır. Muhammed in nefsi elinde olan Allah'a yemin ederim ki, Muhammed'in kızı Fatma hırsızlık yapacak olsa onun dahi elini keserim” buyurmuştur.
Yüce Allah da Kuran'da “Yüce Allah'ın en sevdiği kişi, adaletli devlet başkanıdır.
En çok buğz ve gazab ettiği kimse ise zalim devlet başkanıdır” buyurmaktadır.
Bütün bunların ışığında gelelim günümüze;
Günümüz Türkiye'sinde “benim hırsızım iyidir” mantığı yerleştirilmeye çalışılmakta, hırsızların, adalet tanımazların ipliği pazara çıkarıldığında da “ne olacak bundan önce de filancalar yapmıştı biraz da bunlar yapsın” mantığı milletimizin kafasında yer etmeye başlamaktadır.
Sırf kendi siyasi partisini desteklediği için torpil yapan, kendisinden olmayanlara, kendisi gibi düşünmeyenlere, yaşama hakkı bile tanımayan siyasiler çoğalmıştır.
Adaleti önce kendinde ve akrabalarında uygulayan o yüce Peygamberin veda hutbesi unutulmuş, kendi akrabalarını haksız zengin eden yöneticiler çoğalmıştır.
Türk İslam Adalet anlayışının, Türk milletine tekrar yaşatılması dileğiyle…