Cuma sohbeti niyetine iki alıntı paylaşacağım bugün;
İstanbul Teknik Üniversitesi'nde, sene 2003 yılı, henüz 19 yaşındaki bir ikinci sınıf öğrencisi olarak kafası bir karış havada gezen birisiydim.
Bir gün, çok değerli bir mukavemet akademisyenimizin dersindeydim. Değerli hocamız, öğrenciler tarafından korkulan biriydi. Herkes, kendisinin çok gaddar ve de acımasız olduğu için şikayet ederdi. Düşünün ki ara sınavdaki sınıf ortalamaları 100 üzerinden 15-20 gibi seviyelerde çıkıyor. Dediğim gibi, sınıftaki herkes gençlik yıllarının başında; aklı fikri eğlencede olan gençlerdik...
Bir gün, bir arkadaşımız isyan etti: "Sayın hocam, bize o kadar düşük notlar veriyorsunuz ki ortalamamız düşüyor. Hevesimizi yitiriyoruz" diye. Hocamız derin bir nefes aldı ve cevapladı: "Haksızlık mı yapıyorum? Buna mı itirazınız var?"
Arkadaşımız biraz laubali bir şekilde "Gidiş yolumuz doğru olan sorularda, bir virgül kaydırdık diye sıfır puan veriyorsunuz" diyerek serzenişte bulundu. Hocamızın yüzü aniden gerildi ve birden haykırmaya başladı: Demek virgül yüzünden puan kırıyorum!”
"Hiç kimse sınıftan çıkmayacak. Hepiniz burada bekleyeceksiniz. Eğer sınıftan çıkan olursa; dersten bırakırım" diye sözünü bitirdi ve bir hışımla sınıftan dışarı çıktı. Hepimiz şaşkın bir şekilde birbirimizin yüzüne bakıyorduk. Ne olacağı hakkında hiçbir fikrimiz yoktu.
Sonra aniden sınıfın kapısı açıldı ve de elinde kocaman bir slayt makinesi ile içeriye girdi. Şaşkın ve korkulu bir şekilde kendisini izliyorduk. Hemen bir kutu slaytı hızlıca makineye yerleştirdi. Halen sinirle soluyordu ve sınıfa tekrar seslendi: "Hiçbiriniz dışarıya çıkmayacak!"
Ekrana gelen ilk görüntüde, kalorifer peteği altında sıkışarak can vermiş bir vatandaşımız vardı. Az önce meraklı ve uğultulu olan grubun sesi bıçak gibi kesilmişti. İğrenerek yüzünü dönenler, ağlamaya başlayanlar, hatta kusan bir arkadaşımız dahi olmuştu.
Bir sonraki slaytta ise; deprem göçüğü sebebiyle patlayan bir kazan dairesinden fışkıran sular sebebiyle vefat eden bir yatakhane dolusu ortaokul öğrencisi vardı. Hocamız, buz kesmiş sınıfa doğru döndü ve de sesini bir ton yumuşattı. Ama halen öfkeliydi.
"Soralım bu zavallı vatandaşlarımıza, virgülün yeri neresiymiş... Gidiş yolu doğru olan herkesi mezun etmemiz gereken bir kurum olmamız lazım aslında. Ne de olsa iyi niyet var değil mi?"... Sonra aniden elindeki tebeşiri tahtayı fırlatıp parçalattı.
"Ben o niyete tüküreyim! E**ğlueşekler! Siz nerede olduğunuzu, ne okuduğunuzu sanıyorsunuz?! Çocuk oyunu mu? O virgül yüzünden insanlar ölüyor. İstersen onlara soralım Tolga (isim uydurulmuştur) efendi. Belki sana puan verirler. Gidiş yoluymuş...Yolunuzun belasını versinler..."
"Eskiden sizin yaşınızdaki insanlar, savaşta tünel kazıyorlardı, siper yapıyorlardı, köprü yapıyorlardı. Müderrishane bu yüzden kurulmuştu. Okuduğunuz okulu hobi olarak görüyorsanız; yarın derhal kaydınızı alın bu okuldan. Gidip eğlenin istediğiniz yerde. Bu meslekte kayan şey, virgül değil hayattır. Senin bir anlık ihmalin, yetersizliğin, bu slaytta görmüş olduğun suçsuz insanların ölümüne neden olacaktır. Sen sadece doktorluk kutsal bilirsin. Her meslek kutsaldır. Yaşayan ve yaşatan herkes kıymetlidir. Siz bu ülkenin aptal gençliği değilsiniz. Siz umutsunuz! Siz geleceksiniz! Biz elimizden geleni yapmaya çalıştık ama olmadı. Belki siz başarırsınız diye yırtınıyorum. Bir umudum var sizden çocuklarım. Boğaz köprüsü yapılırken gece gündüz çalıştım. Babamın cenazesine zamanında gidemedim. Açılacağı gün gittiğimde "Senin protokolde yerin yok, hadi yoluna git" dediklerindeki protokole baktığımda anladım ülkenin gerçeğini. Halkın fedakarlığı ve vergisiyle yapılan bir köprünün protokolünde, zerre emeği olmayan ne kadar kebap düşkünü politikacı varsa hepsi oradaydı. Mühendisler, mimarlar, işçiler yoktu ama kendileri vardı.
Benim tek istediğim, tıpkı cumhuriyetin ilk yıllarındaki gibi, protokolde validen önce gelen, halkın bir öğretmen ve bir doktor kadar sevdiği mühendisleri yetiştirmek. O mühendislerin, kendilerine sevgi ve saygı duyan insanları, tüm bilim ve ahlak ile korumaya çalışmalarıdır. Bu vatanın yetiştirdiği insanlar olarak, bu vatana sahip çıkmanızdır. Sizler çocuk değilsiniz. Derslerinize iyi çalışmanız ve de kendinizi hep geliştirmeniz lazım. Puan için yalvaran değil, muasır medeniyetler için çabalayan insanlar olmanız lazım" dedi.
Sonra Tolga'ya döndü ve "Sen katil misin Tolga?" diye sordu. Tolga'nın gözleri halen yatakhanedeki ölü çocuklara bakıyordu. Hepimiz gibi onun da boğazı düğümlenmişti ve ağlamaklıydı. Titreyerek "Hayır hocam" diyebildi.
Ve sonra sayın hocam hiç unutmayacağım şu sözleri söyledi:
"Beni bir katilin hocası olarak andırmayın. Bana gaddar diyebilirsiniz... Bana acımasız diyebilirsiniz... Ama bana bir katili mezun etmiş hoca demeyin, dedirtmeyin. Bu benim sizden tek isteğim ve vasiyetimdir."
DEPREM VE SİLAHLI KUVVETLER
"1992 yılında Erzincan'da görevli idim. Deprem olmuştu
Üsteğmen rütbesindeydim o zamanlar. Yarım saat içinde kışladan çıktık.
Toplanma bölgemiz belliydi. Yaşam ünitelerini ivedi kurduk. Seyyar fırın. Seyyar sahra mutfakları
Su depoları. Seyyar tuvaletler, ilk Yardım çadırları, Seyyar sahra hastaneleri…
Ameliyat dahil her şey yapılıyordu.
Sahra jeneratörleri, çadırlar, çadır sobaları…
Koordinatör TSK idi. Görevler ve icra edecekler önceden belli idi.
Valilik ve belediye personeli dahil herkesin önceden belirli görevleri vardı. Askeri doktorlar, sivil doktorlar..vs vs..
Yurt dışından gelen timleri yerleri, banyoları dahil planlıydı. Her şey planlı ve programlıydı.
Önceden defalarca tatbikatını yapmıştık. Güvenlik kimler tarafından alınacak, arama kurtarma timleri,
araçların bile bir görevi vardı, iş makinaları itfaiye dahil daha unuttuğum bir sürü şey.
Devlet olarak en ücra mecralardaki insanlarımızı dahil kurtarma planları içerisine almıştık.
Kızılay gelirdi, yerini düzenini önceden hazırlardık.
Onlar da çok koordineli çalışırlardı bu plan içinde.
Askeri adı EMASYA planı idi.
Ben vatandaş diliyle yazdım
Niye bu görevi kaldırdılar bilemiyorum.
Galiba asker kışladan çıkmasın diye.
Yardım etmenin, planlı programlı olmanın nesi yanlıştı hiç anlamıyorum.
Bu soğuk kış gününde Allah'tan Yardım dilemek ve de yetkili kuruluşlara yardım göndermekten başka elimizden bir şey gelmemesinin çaresizliğini yaşıyoruz.
Vatandaş elinden gelen her türlü fedakarlığı yapıyor görüyorum,
Her dakikanın, her saniyenin insan hayatı için ne kadar önemli olduğu bilinciyle.
Allah bu güzel milletimizin yardımcısı olsun."
Fatih Akıcı