Hani, o, Atatürk Osmanlı’yı yıktı ama biz tekrar kuracağız diyen ve Cumhuriyeti reklam arası olarak gören kahpe zihniyet var ya, işte tam da onlara ithafen yazıyorum ki Atatürk’ü ve Atatürk’ün nasıl bir ülke devraldığını anlasınlar.
Mustafa Kemal Atatürk’ün, Cumhuriyetin ilanından önce gerçekleştirdiği iki kongre vardır.
İlki Maarif Kongresi’dir ki;
15-21 Temmuz 1921 yılında Ankara'da toplandığında henüz Kurtuluş Savaşı bitmemiş, Yunan denize dökülmemiş, Atatürk de cepheyi bırakarak bizzat katılmıştı.
Elbette sırası değildi ama Atatürk bu savaşın biteceğini, bu zaferin kazanılacağını ama bu zaferin kalıcı olmasının ancak ve ancak milli eğitim politikası ile sağlanacağını biliyordu.
İkincisi 18 Şubat 1923'te İzmir’de toplanan İktisat Kongresiydi.
Her ikisini yapma sebebi kendi ifadesiyle; askeri başarıların eğitim ve ekonomik başarılar ile taçlandırılmadığı sürece bir anlam ifade etmeyeceğiydi.
Savaş sona erdikten sonra nasıl bir ülke devraldığının ayrıntıları da 30 Ekim 1923 günü İsmet İnönü’ye başbakanlık görevi verirken söylediklerinden anlaşılıyor;
“Sevgili Paşam, Cumhuriyet’in ilk başbakanı olarak seni düşünüyorum. Dur, hiç itiraz etme. Niye seni seçtiğimi şimdi anlayacaksın.
Bizi yine büyük bir savaş bekliyor.
Durumumuzun bir bölümünü Cephe Komutanı ve Lozan Başdelegesi olarak elbette biliyorsun.
Büyük devletlerin bu sefil duruma bakarak, kısa zamanda pes edeceğimizi sandıklarını Lozan dönüşü sen bize anlattın.
Ben sana şimdi bildiğinden daha da acıklı olan genel durumu özetleyeceğim.
Bize geri, borçlu, hastalıklı bir vatan miras kaldı.
Yoksul bir köylü devletiyiz.
Dört mevsim kullanılabilir karayollarımız yok denecek kadar az. 4.000 km. kadar demiryolu var. Bir metresi bile bizim değil. Üstelik yetersiz.
Ülkenin kuzeyini güneyine, batısını doğusuna bağlamamız, vatanın bütünlüğünü sağlamamız şart. Denizciliğimiz acınacak durumda.
Köylümüzü topraklandırmalı, ihtiyacı olan bir çift öküz ile bir saban vererek çiftçi yapmalıyız. Doğudaki aşiret, bey, ağa, şeyh düzeni Cumhuriyet’le de insanlıkla da bağdaşmaz. Bu durumu düzeltmeli, halkı kurtarmalıyız.
Her yerde tefeciler halkı eziyor.
Güya tarım ülkesiyiz ama ekmeklik unumuzun çoğunu dışarıdan getirtiyoruz. Sığır vebası hayvancılığımızı öldürüyor.
Doktor sayımız 337, sağlık memuru 434, ebe sayısı 136. Pek az şehirde eczane var. Salgın hastalıklar insanlarımızı kırıyor.
Üç milyon insanımız trahomlu. Sıtma, tifüs, verem, frengi, tifo salgın halinde. Bit ciddi sorun…
Nüfusumuzun yarısı hasta. Bebek ölüm oranı % 60’ı geçiyor.
Nüfusun % 80’i kırsal bölgede yaşıyor. Bunun önemli bölümü göçebe…
Telefon, motor, makine yok. Sanayi ürünlerini dışarıdan alıyoruz.
Kiremiti bile ithal ediyoruz. Elektrik yalnız İstanbul ve İzmir’in bazı semtlerinde var.
Düşmanın yaktığı köy sayısı 830. Yanan bina sayısı 114.408.
Ülkeyi neredeyse yeniden kurmamız gerekiyor.
Yunanistan’dan gelen göçmen sayısı da 400 bini geçecek.
İktisadi hayatımız da, eğitim durumumuz da içler acısı. İktisatçımız da çok az.
Zorunlu okuma yaşındaki çocukların ancak dörtte birini okutabiliyoruz.
Halkın eğitimi hiç çözülmemiş. Oysa Cumhuriyet’in insan malzemesini hazırlamalı, namus cephesini güçlendirmeliyiz.
Kültür eserleri kaçırılmış, kaçırılmaya devam ediliyor.
Raporlarda daha ayrıntılı, daha acı bilgiler var.
Bunları Bakanlara ve parti yönetim kuruluna da ver. Genel durumu tam bilsinler.
Bütçemiz, gelirimiz yetersiz.
İktisadi çıkmazdan kurtulmak için geliştirdiğim bir düşüncem var. Bu düşünceyi günü gelince konuşuruz. Hedefimiz milli iktisat, bağımsızlığın sürekli olması için iktisadi bağımsızlık temel ilkemiz olmalı.
Osmanlı bu gerçeği geç fark etti. Fark ettiği zaman çok geç kalmıştı.
Cumhuriyet’e uygun bir anayasaya gerek var. Bu zor durumdan nasıl çıkılabileceğini gösteren ne bir örnek var önümüzde, ne de bir deney.
Ama yılmamak, ucuz, geçici çarelerle yetinmemek, halkı kurtarmak için sorunları çözmek, kalkınmak, ilerlemek, milli egemenliğe dayalı, uygar ve özgür bir toplum oluşturmak, yüzyılımızın düzeyine yetişmek, kısacası çağdaşlaşmak, bu büyük ideali tam olarak başarmak zorundayız.
Bu ana kadar bu ideali koruyarak geldik. Bundan sonra daha hızlı yürümek zorundayız. Bunun için gerekli yöntemi, yolu birlikte arayıp bulacağız.
Yoksul ve esir ülkelere örnek olacağız.
Kaderin bizim kuşağımıza yüklediği kutsal bir görev bu. Bu büyük görevin ağırlığını ve onurunu seninle paylaşmak istedim. Allah yardımcımız olsun!”
İşte Atatürk’ün devraldığı ülkenin durumu özetle buydu.
Haliyle Atatürk, sizin iddia ettiğiniz gibi Osmanlı’yı yani bir devleti yıkmadı.
Atatürk, yıkılmış, yok olmuş bir devleti, yeniden ve yeni adıyla baştan yarattı.
Bilin istedim…