Üniversiteli okur soruyor; Bir Cuma akşamı operasyonuyla tıp fakültesi, sağlık bilimleri enstitüsü ve sağlık hizmetleri meslek yüksekokulu dışındaki tüm fakülte sekreterleri değiştirildi. Sizce neden?

Ne yalan söyleyeyim ilk aklıma gelen bazı bürokratik kafalara uyarlanan ibrikçibaşı hikayesi oldu.

Meşhur hikayedir…

Evde hanımına söz geçirememenin hırsını emrinde çalışanlardan çıkaran bürokrat tipleri vardır.

İşte onlardan bir tanesi emekli olmuş. Haliyle ona buna emir verme imkanını yitirmiş, ne karşısında saygıyla ayakta duranlar, ne bir yere girerken saygıyla ayağa kalkanlar…

Bir de evde hanımının emir eri konumuna düşünce kendini dışarıya atma bahanesi aramış ve ihaleye girip bir cami tuvaletinin işletimini üstlenmiş.

O günlerde musluktan şırıl şırıl akan sular yok tabi…

Girişe dizilen ibriklerle taharet işinizi görüyorsunuz.

Bizim emekli bürokrat, daha ilk günden ibrikleri doldurmuş, kapının önüne attığı bir iskemleye kurulmuş, gelene gidene talimatlar yağdırmaya başlamış.

Hoş, talimat dediğinde ‘onu ibriği bırak, ona elleme, öbürünü al’ falan…

Bir gün, adamın biri çok sıkışmış.

Koşarak gelmiş, ibriklerden birini kapıp, tuvalete girerken bizimki bağırmış;

Dur… Girme.

Neden?

O ibriği bırak, başkasını al.

Vatandaş öbürünü kapınca bir daha; onu da bırak, yanındakini al.

Onu bırak, buna al derken vatandaş altına kaçırmış, çıkışta yapışmış yakasına, sıkmış boğazını;

Be adam derdin ne? Senin yüzünden altıma kaçırdım. Onu alsam ne olur, bunu alsam ne olur? Hepsi ibrik değil mi?

Zar zor nefes alan ibrikçibaşı hırlayarak şöyle demiş; Ben eşekbaşı değil, ibrikçibaşıyım, buranın da amiriyim, sen istediğin ibriği aldıktan sonra benim görev yapmama ne gerek var? Bırak da o kadar inisiyatifimiz olsun.

Sevgili okur, şimdi soruyorsun ya neden diye…

E bırak o kadar da inisiyatifi olsun, inisiyatif kullansın!

TÜRKİYE YAP-BOZ TAHTASINA DÖNDÜRÜLMEMELİ

AYM üyesi Engin yıldırım üzerinden alevlenen darbe tartışmalarına bir katkı olsun diye; Yargıtay Onursal Başkanı Sabih Kanadoğlu’nun düşüncelerini aktaralım.

“Bahçeli, AYM’nin bir ‘Parlamenter Sistem’ mekanizması olduğunu, yeni sistemin ‘yüce mahkeme’ ya da ‘yüksek mahkeme’ gibi bir yapılandırmayı gerekli kıldığını ifade etse de bu çıkışının AYM’nin son dönemde aldığı “ihlal” kararlarıyla ilgili olduğu gayet açık.

‘Anayasa Mahkemesi'nin kararına saygı duymuyorum’ diyen Cumhurbaşkanı ile Bahçeli’nin aynı çizgide olması sürpriz değil.

Belli ki Cumhur İttifakı, kararlarında vatandaşı haklı, devleti/idareyi haksız bulan AYM’ye, ‘müdahale edilmediği takdirde bizim için sorun olmaya devam edecek’ gözüyle bakmaya başlamış.

Bahçeli’nin çıkışı, son üç yıldır da Cumhur İttifakı’nda ortaya çıkan “bize uymuyorsa değiştirelim, uygun hale getirelim” yaklaşımının tezahürüdür aslında.

AYM’nin yapısı ilk olarak 2010 yılındaki referandumdan sonra köklü bir şekilde değiştirildi.

Yedek üyelik kavramına son verildi.

11 asil, 4 yedek üyesi olan mahkeme, 17 üyeli hale getirildi.

Mahkemede dörder üyeli iki bölüm ve 12 üyeli bir genel kurul oluşturuldu.

Daha önce 65 yaşına dek süren üyeliklere 12 yıl sınırı getirildi.

Üyeliklerin belirlenmesinde Cumhurbaşkanı ve TBMM'deki iktidar neredeyse tek hakim oldu.

16 Nisan 2017 günü yapılan referandumdan sonra iki askeri yargı temsilcisi mahkemeden çıkarılıp üye sayısı 17’den 15’e düşürüldü.

Bu süreçte bir üye hariç tüm üyeler AK Parti döneminde atandı. 2004’te atanan ve bu yıl 65 yaşını dolduran Serdar Özgüldür dışındaki bütün üyeler 2010 yılından sonra atandı.

13 üyenin 2010 ve 2017’de yapılan anayasa değişikliklerinden sonra, yani AYM’nin yapısı değiştirildikten sonra göreve geldiğini de unutmamak lazım.

Mahkeme, Cumhur İttifakı'nı rahatsız eden birçok kararı “oy birliği”yle aldığına göre Erdoğan'ın atadığı altı isim de o kararların altına imza atmış demektir.

Demek ki üyeler kararlarını “siyasi” değil “hukuki” referanslara göre veriyor.

Bakın, bugün iktidarı memnun eden kararlara imza atan Hakimler Savcılar Kurulu, yarın iktidarı rahatsız edecek birkaç karar alsın, “HSK’nın yapısı değişmeli” seslerini de duyabiliriz.

Başka bir örnek de muhalefete geçen büyükşehirlerde yapılmaya çalışılanlar olabilir. Bugüne dek belediye şirketlerindeki bürokratları başkan atardı, şimdi iktidar “belediye meclisleri atasın” diye diretiyor. Çünkü; İstanbul, Ankara gibi büyükşehirlerde Belediye Meclislerinde Cumhur İttifakı çoğunluk. Milletvekilleri muhalefet partilerinden iktidar partisine geçince sorun olmazken, iktidardan muhalefete geçişler sorun olunca “Seçim yasası değişsin, geçişler engellensin” deniliyor.

Mevzuat ve kurumlar, hukuk devletini, demokrasiyi güçlendirmek için değil, iktidarda olanın her daim kazanabilmesi için değiştirilirse neler yaşandığını çok acı deneyimlerle gördük.

Türkiye Cumhuriyeti iktidarların “kazanana dek yapıp bozduğu” bir ülke olamaz.”