Değerli okur!
Bugün farkı fark etmişsinizdir. Gündemli tam sayfa uygulamasından vazgeçip, tekrar eskiye döndüğümü yani…
Üşeniyor muyum? Hayır.
Yazacak bir şey mi bulamıyorum? Hayır…
Yazabilsek, değil tam sayfa bütün gazeteyi ben çıkarayım ama olmuyor.
Kendi kendime otosansür uygulamaktan, şunu dersem iktidar kanadı rahatsız olur mu, bunu yazsam Basın İlan Kurumu tepemize çöker mi diye hesap yapmaktan bıktım artık.
Kaldı ki bu anlamda gazeteyi de epey zora soktuğumun farkındayım.
O zaman uzatmanın anlamı yok.
Bazı iktidarlar vardır layüseldir, yani eleştirilemez, sorgulamaz, yargılanamaz.
En ufak bir itirazı, en ufak bir eleştiriyi, sitemi hatta yan gözle bakma girişimini bile kaldıramaz da yapanı ve yazanı en ağır şekilde cezalandırmak için yargı sopasından tutun da bütün kurumlarını hareket geçirir.
En son örneği mesela; Radyo ve Televizyon Üst Kurulu (RTÜK), CHP Genel Başkanı Kemal Kılıçdaroğlu'nun Erdoğan ailesinin TÜRGEV ve Ensar vakıfları üzerinden ABD'deki paravan bir vakfa 1 milyon lira aktardığı ve kaçacağı iddiasında bulunduğu açıklamasını yayınlayan Tele1, KRT, Flash ve Halk TV’ye para cezası verdi.
Dünyanın hiçbir demokratik hukuk devletinde, bir Ana muhalefet liderinin iddialarını yayımlamak suç ya da kusur değildir.
Ha, içerikte sıkıntı mı var? Bu durumda, söyleyenin yakasına yapışılır, haberi verenin değil…
Ama maksat konuşanı değil, konuşulanı aktaranları susturmak olunca, böyle bir garabetle karşı karşıya kalınıyor bu ülkede…
Gündemde yeni bir yasa çalışması var malumunuz, hatta TBMM’ye verildi diye biliyorum ki bugün yarın görüşmelerine geçilir ve parmak indir/kaldır marifetiyle anında kabul edilir.
İktidar bunu “dezenformasyonla mücadele” ve “ifade özgürlüğünü garanti altına almak” şeklinde pazarlıyor.
Bize sorarsanız, halkın haber alma hakkının ipini çekecek bir “sansür” yasasından başka bir şey değil…
“Dezenformasyon” yani doğruluğu kanıtlanmamış bilgi konusunda hassas davranılması, yazılarımın altına hakaret ve küfür dolu trol yorumları yapılan şahsımın işine gelir.
Mesela, can alıcı bir iddiada bulunuyor ve iktidarın canını yakan bir yorum yapıyorsunuz, o trol ordusu harekete geçiyor, yazının ve yorumun içeriğiyle uzaktan yakından ilgisi olmayan yorumlarla sizi küçük düşürüp, olayı mecrasından saptırabiliyor.
Bu da bizim için dezenformasyon yani doğruluğu kanıtlanmamış, kirli bilgi yaymak…
Ama bu kirlilik sana-bana göre değişiyor.
Daha neler değişmiyor ki?
Hemen her şeyin nalıncı keseri misali kendilerine yontulduğu bir dönemde yaşıyoruz.
Bakın, aynı kelimenin tıpkısı, iktidar kanadından muhalefete söylendiğinde ‘ifade hürriyeti’ ama muhalefet tarafından bir iktidar mensubu için söylendiğinde ‘hakaret’ kabul ediliyor bu ülkede…
Dolayısıyla size nasıl inanalım, nasıl güvenelim?
Yeni "sosyal medya yasası" "Dezenformasyona karşı" çıkarılıyormuş da, “Muhalefetin sesini kısma" gibi bir niyetleri yokmuş da….
"Yalan haberi kasıtlı olarak üretme ve yayma eyleminin, dezenformasyonun birey ve toplumun iradesini ipotek altına alan ve vatandaşların gerçek bilgiye ulaşma imkânını engelleyen ciddi bir tehdit hâline geldiği"ni yeni fark etmişler de…
Buna dur diyecekmişler.
Peki, size inanalım, inandık diyelim! Tamam dezenformasyonu engelleyeceksiniz!
Peki, enflasyonu gerçeğinin neredeyse yarısı olarak açıklayan TÜİK, bu kapsama dahil olacak mı, mesela?
‘Bu İnönü var ya bu İnönü, camileri ahır yaptı dezenformasyonuna de engel olacak mısınız?
Mesela, SSK’yı Bay Kemal batırdı palavrası ne olacak?
Bu noktada Yeniçağ’dan Selcan Taşçı soruyor?
“Uymayan ne olsun?”
“Gezi protestolarında, olayı haklı bir mücadele olmaktan çıkarıp da hedefinde inancın, muhafazakâr yaşam tarzının bulunduğu bir saldırı girişimine dönüştürmek ve toplumu bu paralelde konsolide edebilmek için, "Kabataş'ta, deri pantolonlu, üstleri çıplak onlarca erkeğin, durakta tramvay bekleyen başörtülü bacımıza saldırdığı, içinde bebeğinin bulunduğu puseti tekmeleyip devirdiği, bacımızın üzerine işediği" yalanını uydurdular.
Bu yalan haberi köşe köşe, sayfa sayfa, ekran ekran yaydılar.
Fazla fantastik bulanları "dilleri kaba, vicdanları taş" olmakla suçladılar.
Bir tek neyi yapmadılar peki? Kanıtlamayı!
Tarantino filmlerine taş çıkartacak bu senaryonun kurgu değil de gerçek olduğunu kanıtlayacak tek delil sunamadılar.
"Göreceğimizi" söyledikleri kamera görüntülerini bekliyoruz hâlâ; 9 yıldır!
Hatırlayın o günlerde ortaya konan, can alan, protestolarla hiç ilgisi olmayan evinden çıkıp ekmek almaya giden vatandaşları bile sakat bırakan, çocukların canını alan "orantısız şiddet"i;
İşte o şiddetli müdahaleden kaçıp da "Allah'ın evi"ne sığınan gençlerin camiyi işgal ettiğini söylediler.
Yetmemiş, iddiaya göre polis kuşatması altında partilemişlerdi; camide içki içmişlerdi!!
Videosu vardı; "o cuma" yayınlayacaklardı.
9 yıldır yayınlanmadı o da!
Ama hâlâ tekrarlayıp duruyorlar; çıkarıp da tek kare görüntüsünü yayınlayamadıkları, olayın birinci derecedeki tanığı olan din adamının da yalanladığı iddiayı!
Hangi birini sayalım;
Kuddusi Okkır, "Ergenekon'un kasası"ydı.
Türkan Saylan, "Burs verdiği kız öğrencileri genç subaylara peşkeş çekiyor"du.
Türk Ordusu, "Fatih Camii'ni bombalayacak"tı.
Müyesser Yıldız, "Casus"tu.
Mansur Yavaş, "Su saatlerini PKK'lılara okutturacak"tı.
Bu kepazeliğe son verecek, sayısız insanın kariyerine, sağlığına, ailesine, hayatına mal olan bu haysiyet cellatlığına karşı bir "Yalan haber" kanunu bence de çıkaralım.
Eyvallah da…
Uymayan eğri büğrü olsun mu?”