Normal bir ülkede, normal bir sosyal hukuk devletinde bir cinayet dosyası, hakkında soruşturma mahkeme aşamasına geldiğinde artık o iş bitmiştir.

Hiç kimse adaletin tecellisinden kuşku duymaz.

Mağdur taraf kapı kapı dolaşarak adaletin tecellisi için destek aramak zorunda kalmaz.

Başta aile ve yakınları olmak üzere hiç kimse yargının bir partinin emrinde olduğu endişesine kapılmaz.

Hiç kimse bu dava iktidar ittifakının ortakları arasında pazarlık konusu yapılıyor fikrine kapılmaz, gider evinde oturur, mahkemenin sonuçlanmasını bekler.

Cinayetle ilişkilendirilen parti veya kurumlar, iddianamede adı geçen herkesi kapının önüne koyar, eskiden olduğu gibi ‘gidin aklanın, sonra gelin’ der.

Davayla ilgilenmesi her şeyden önce kamusal görevi olan gazeteciler tehdit edilmez, dövülmez.

Kamuoyunda oluşan belirsizlik giderilsin istenilir, normal şartlar altında, gerçeklerin açığa çıkması için mağdur taraf ve davayı araştıran gazeteciler davet edilir, bilgileri-belgeleri istenir, olayın aydınlatılması için çaba sarf edilir.

Adı geçen partinin tabanı, parti dışına itilenler, bu şartlarda davayla değil ama partiyle ilişkisini kesenler, partiye oy verenler; partinin ocağında doğmuş, ocağında büyümüş, dahası partiye ve ocağa emanet edilmiş birine, kendi öz evladına sahip çıkılmadığı hissine kapılmasınlar diye olağan üstü çaba gösterilir.

Toplumun üzerinden ‘kendi öz çocuğuna bunu yapan, başkalarına neler etmez’ korkusunun giderilmesi için seferberlik ilan edilir.

Ama dediğim gibi, normal bir ülkede, normal bir sosyal hukuk devletinde olur bunlar.

Bizim normal bir ülkede yaşamadığımızın, sosyal hukuk devleti tanımıyla alakasız oluşumuzun yüzlerce örneği var ve en yakını da Sinan Ateş davası. Bir haftalık süreç sonrası mahkemenin işleyiş biçimi ve sonra verilen ara karar…

Ha, çok mu şaşırdık? Hayır…

Sanıkların, cinayetin planlanma aşamasından işlenişine kadar ki cüret ve cesaretlerinden ve rahatlıklarından belliydi onlara bir şey olmayacağı ve adaletli bir karar çıkmayacağı…

Şebekeye uzaktan yakından dahil olanların kimliği işin arkasında birtakım güçlerin olduğunun da ve onlara dokunulmayacağının da işaretiydi zaten.

Baksanıza, maktulün attığı her adımı takip edip cinayet şebekesine bilgi aktaran bir polis…

Sabıkalı ve araması bulunan tetikçi yolda belde yakalanmasın diye ona eskortluk yapan polis…

Cinayetin muhaberat yani haberleşme kısmında bir sözde eski MİT mensubu…

Elbette ki cinayeti organize ettiği bir iddiadan ibaret ama yönetici ve mensuplarının Sinan Ateş’i tehdit edilmesinden katledilmesine kadar her aşama işin içinde olan bir parti ve onun yan kuruluşu…

Ve bu kuruluşların cinayetten sonra da katili kaçırmak ve cinayetin üstünü örtmek için çabaları…

O kuruluşa zeval gelmesin diye devletin savcılarının ortaya komik ötesi bir iddianame çıkarmaları…

O iddianamede maktul yakınlarının ifadelerine yer verilmemesi, şahitliklerin görmezde gelinmesi hepsini geçtim yahu katili taşıyan aracın plakasının ve kime ait oluşunun bile gizlenerek bir siyah araç şeklinde sunulması…

Azmettiricileri yok sayarak bu cinayetin bir parti ve yan kuruluşuyla irtibatının özenle gizlenmeye çalışılması…

Bir siyasi ve organize cinayetin, sokak kavgası şeklinde sunulmak istenmesi…

Ve en önemlisi de bu davanın iktidar ortağı iki parti arasında birtakım pazarlıklara kurban edildiği şüpheleri…

Duruşmalarda mahkeme heyetinin tavırları mesela;

Davanın eksik olan iddianame ile sınırlı tutulmak istenmesi.

Gölgede kalan konularda mağdur tarafın avukatlarının taleplerine rağmen soruşturmanın genişletilmemesi, taleplerin reddedilmesi…

Eski MHP Milletvekili Olcay Kılavuz’la ilgili iddia ve gelişmelerin “Dosyaya katkısı olmayacaktır, biz basına yansıyan iddialarla ilgilenmiyoruz, iddianameyle sınırlıyız” denilerek dosyaya dahil edilmemesi.

22 sanıklı cinayet davasının ısrarla “örgütlü suç” olarak görülmemesi.

Sanıkların siyasi ilişkilerinin görmezden gelinmesi, mesela iki aracın plakasından ve aidiyetinden söz edilmemesi…

Bu görüntüler, davanın nasıl sonuçlanacağının ve buradan adaletli bir karar çıkmayacağının göstergesidir maalesef…

Bizim bu hayal kırıklığımız sadece Sinan Ateş dosyası ile sınırlı değil.

Artık dünya alem biliyor ki, bir dosyanın öbür ucunda iktidar ittifakı mensubu bir kurum veya kişi varsa, bu dosyadan adil bir karar çıkmasının imkanı kalmadı.

İşte biz bunun için güçler ayrılığını ortadan kaldıran, yargı bağımsızlığına halel getiren bu sisteme karşıydık.

İttifak ortaklarının bu sistemi ısrarla savunmasının temel gerekçesini de Sinan Ateş dosyası ile öğrenmiş olduk.

Maalesef Sinan Ateş kardeşimiz de bu sistemi ölümüne savundu ve ne acıdır ki savunduğu sistemin kurbanı oldu.